28 Nisan 2013 Pazar

‘Gerçek’in Titreşimleri’



‘Gerçek’in Titreşimleri’

David Icke

Son derece olağanüstü bir zamandan geçiyoruz. Düşünebileceğimizden veya hayal edebileceğimizden çok daha inanılılmaz bir değişim sürecindeyiz. Titreşimsel bir değişim var ve artık insanların şimdiye kadar kapalı kalmış olan bilinçaltları, göremedikleri dünyalara açılacak.
Bir bildiğiniz var, adlandıramıyorsunuz, ama hissediyorsunuz. Dünyada ters giden birşeyler var. Beyninize çakılmış bir kıymık gibi sizi rahatsız ediyor. Öyle olmasa bu satırları okuyor olmazdınız. Kimim ben? Neredeyim? Dünya neden böyle?

Bu düşüncelerim 1980’lerde başladığından beri 50 ayrı ülkeye gittim, ilkel- modern her yeri gezdim ve bilmecenin parçalarını topladım.
Noktaları birleştirmeden büyük tabloyu görmek mümkün değil. Yirmi yıllık araştırmalar sonunda neden birşeylerin doğru olmadığını anladım. Yazar Michael Ellner şöyle demiş: “Halimize bakın. Herşey ters döndü. Doktorlar sağlığı yok ediyor, hukukçular adaleti,
üniversiteler bilimi, hükümetler özgürlüğü, medya bilgiyi ve dinler de maneviyatı yok ediyorlar!”

Bunlar rastlantı değil, hepsi tasarlanmış... Şimdi noktaları birleştirdikçe daha iyi anlayacaksınız.

Peki biz kimiz?

Kayboluyoruz, çünkü nerede olduğumuzu bilmiyoruz. Nerede olduğumuzu bilmediğimiz için evin yolunu da bulamıyoruz. Nereden başlayacağımızıbilmeden nereye gideceğimizi bilebilir miyiz? Kayboluyoruz, çünkü önce nerede olduğumuzu bilmiyoruz, ikincisi nerede olduğumuza dair bize gereken bilgiye ulaşamıyoruz. Zaten nerede olduğumuz bir yana, kim olduğumuzu bile bilmiyoruz! John Lennon’ın
dediği gibi, “Hangi yöne gideceğimi bilmeden ilerleyememem ki.”

Kim olduğumuzu ve nerede olduğumuzu bilmiyoruz. Sonra tahminlerde bulunuyoruz. Dini ve bilimsel teoriler ileri sürüyoruz. Haritalarımız eskimiş, üstelik yanlış okuyoruz. Ya da bu işi bizim için yapan ‘birileri’ var, ama pusula kullanmayı, koordinatları belirlemeyi bize öğretmiyorlar. Birileri yol işaretlerini karıştırıyor. Dünya çıldırmış gibi görünüyor, çünkü hep yanlış yöne bakıyoruz, bir doğru yöne baksak, “Hey! Demek
işin aslı bu!” diyeceğiz. Zaten birşeyi gizlemek isterseniz, onu ortaya bir yere saklayın, kimse bulamaz.

Bir Kızılderili hikayesi var; Yaratıcı bütün hayvanları toplayıp, “Kendi gerçeklerini kendilerinin yarattığını farkedinceye kadar
insanlardan bunu saklamak istiyorum, nereye saklayayım?” diye sormuş.

Kartal, “Bana ver, Ay’a uçurayım”.
Yaratıcı, “Hayır, birgün oraya gider bulurlar.”
Alabalık, “Okyanusun dibine ne dersin?”
“Olmaz, orada da bulurlar.”
Buffalo, “Bana ver, büyük ovalara gömeyim.”
“Oraları da kazıp bulurlar.”
“O halde içlerine koy!”demiş yaşlı köstebek.
“Tamam”, demiş Yaratıcı, “En son bakacakları yer orasıdır!”

İnsanlara kim olduklarını sorun, şöyle bir cevap vereceklerdir: “Ben Joe Bloggs. Londra, X şirketinde çalışıyorum, evliyim, üç çocuğum var. Futbolu ve bahçe işlerini severim, Avustralya’daki kardeşimi ziyarete gitmek isterim. “ Bu gibi sözleri hep TV’de duyarız, çünkü “Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?” dedikleri zaman insanlar kendilerini; işlerine, gelirlerine, sevdikleri veya sevmediklerine göre anlatır ve bunu ‘kişilik’ diye adlandırırlar. Peki ya siz; kişiliğiniz, hatta cinsiyetiniz siz değilseniz? Ya bütün bunlar sizin kendinizi öyle sanmanızı sağlayan bir bilgisayar programı ise?

Örneğin bir astronot kendini, üzerindeki uzay giysisi olarak tarif etse bize ne kadar garip gelirdi öyle değil mi? İşte, biz insanlar da kendimizi uzay giysimiz sanıyoruz. Bir astronot kendisinin uzay giysisinden ibaret olduğunu düşünse ne yapardı? Tabii ki hiçbir şey yapamaz, paniğe kapılır, sonra da büyük çapta şaşkınlık ve kaos yaşardı. İşte, çevremizdeki herkes kendisini böyle sanıyor ve sonuçlar ortada...

Bu durumda bilinçimizin özgürlüğü için öncelikle şuna inanmamız lazım; ‘Biz’, bedenimiz değiliz. Bedenimiz, bu ‘beş duyuya dayalı gerçek’te, yani ‘hayat’ denen deneyimi yaşamamız için kullandığımız müthiş bir biyolojik bilgisayar. Tıpkı astronotun giysisinin, dünya dışı hayatı deneyimlemek için kullandığı bir araç olması gibi. ‘Biz’ bedenlerimiz değiliz, biz, ‘Sonsuz Bilinç’iz. Yani kesintisiz bir enerji alanındaki herşey ve hiçbirşey. Bu bilinç ne kadar derin olursa “Bilgi’yi o kadar kolay algılayabiliriz. Yani ‘Tek’ olduğumuzu sanarak, ‘Bütün’den ne kadar ayrılmış olduğumuz gerçeğini görebiliriz. ‘Bütün’ de bir bölünmüşlük yaşıyoruz, çünkü öz doğamızı unutmamız için manipüle edilmişiz, yanıltılmışız, aldatılmışız... Albert Einstein; “’Gerçek’, bir illüzyondur, üstelik de oldukça ısrarlı bir illüzyon.” demiştir.

İnsan, ‘Evren’ dediğimiz ‘Bütün’ün bir parçasıdır ve ‘bilincin optik bir aldatması’ şeklinde ifade edebileceğimiz bir şekilde, duygu ve düşünceleri ile başkalarından ayrılmış olarak yaşar. Bu aldatılış bizim için bir hapishane gibidir. Kendimizi bu hapishaneden kurtarmamız gerekiyor, çünkü biz “Sonsuz bilinç’iz. Bu, kendisinin ‘herşey’ olduğunu bilen bilinç düzeyidir.

Bir damla su ile okyanusu düşünün, damla, bölünmüşlüğü sembolize ederse, bu benlik, kişiliktir. Michael, John, Kate veya Mary gibi. Peki su damlasını okyanusa koyarsak okyanus nerede başlar, su damlası nerede biter? Kısaca, başlangıç ve son yoktur, çünkü herşey ‘tek’dir. O düzeyde, ‘biz’ yoktur, sadece sonsuz bir ‘ben’ vardır. Okyanusun bir kısmı sakin ve munis iken, diğer kısmı öfkeli ve çalkantılıdır, ama hepsi aynı okyanustur, yani aynı ‘bütün’lük. Biz hep o okyanusuz, hep ‘Sonsuz Bilinç’iz ve ‘O’ndan, bu ‘bütün’den ayrılamayız. Kim olduğumuzu unuttuğumuz zaman, su damlası olarak bir bölünme duygusu yaşıyoruz ve herşeyi, zihnimizdeki küçücük bir mercekten algılıyoruz. Bu mercek neye inanıyorsa onu algılıyor ve de bu inanca uyan bir hayat getiriyor. ‘Sonsuz Bilinç’ de olsak, küçük düşünürsek küçük oluruz. İnsanlığın içinde bulunduğu kötü durum bu. Biz okyanusuz, sonsuz bilinciz, ama küçük güçsüz varlıklar olduğumuzu sanıyoruz, çünkü buna inandırılmışız. Bütün’ün parçası olduğumuzu değil, bölünmüş kısımlar olduğumuzu düşünüyor, kendimizi öyle sanıyoruz. Dinlere bakarsak, Allah’ın önünde aciz günahkar yaratıklarız. Bütün bunlar, dinleri kontrol edenler tarafından, cehennemden ya da şeytandan korkutmak için uydurulmuş şeyler. İncil’deki kullanılan şu ifadeye bir bakın; “Tanrı sizin çobanınız, siz de sürünün bir parçasısınız”.

Buradan itibaren ‘beden bilgisayar’ına hapsedilmiş olanlar için ‘bilinçsiz/farkında olmayan’, ‘bütünün parçası’ olduğunu bilenler için de ‘bilinçli/farkında olan’ kelimelerini kullanacağım. Aslında, herşey ‘bilinç’, sadece bilincin seviyesi farklı, ama hepsini en basit şekilde ifade etmeye çalışacağım. Bu tarife göre, neredeyse bütün insanlar ‘bilinçsiz’, çünkü insanlar kendilerini beden bilgisayarları ile tanımlıyorlar.
Neyse ki artık bunun değişeceği bir devire geldik.

Biyolojik bir bilgisayar genellikle, ‘yaşayan’ bilgisayar olarak tarif edilir, yani nasıl yapacağı kendisine söylenmeden çözüm bulan bilgisayardır. Şimdi dünyada bunlar geliştiriliyor, ama yine de ‘insan vücudu bilgisayarı’na oranla, sayı saymanın biraz ötesine geçilebilmiş denilebilir.
Aslında prensip aynı. ‘Biyolojik Bilgisayar Araştırmaları’nın başı olan Georgia Teknik Üniversitesi’nden Prof. Bill Ditto şöyle diyor: “Bilgisayarların doğru cevabı vermeleri için onlara en doğru bilgiler verilmelidir. Basit bir şekilde anlatılacak olursa,
biyolojik bilgisayarlar, belirli bir noktaya kadar kendileri düşünebiliyorlar.”

Bedenimiz için de aynı şey söz konusu. Daha gelişmiş bir sistem düşünecek olursak, bu beden bilgisayarımızın, bir de bizim için düşünmesini istiyoruz. Bedenimizin, ‘biz’ olduğunu sandığımız için, bütün duygu ve düşüncelerimizin de, bedenden geldiğini zannediyoruz. Albert Einstein şöyle demiş: “İnsanlar ‘gerçek’i, ancak bilgisayar benliklerinden azat oldukları zamanki seviyede bulabilirler.”

‘Beden bilgisayarı’, DNA/genetik ağa, diğer vücut sistemlerine ve enerji alanlarına dayalıdır. Bu enerji alanları, birçok başka şeyin yanısıra; düşünce, duygu ve çevresel etkiye bağlı olarak, hücreler arasında bilgi iletişimi sağlar. Bu iletişim iyi çalışırsa ‘sağlıklı’ oluruz, çünkü doğru hücreler doğru zamanda doğru hücrelere ulaşıyordur. Denge sağlayan, değişikliklerle veya tersliklerle mücadele eden, hastalıkları karşılayan, kesikleri, yaraları iyileştiren, kimyasal salgılayan, toksinleri emen hep bu iletişim ağıdır. Sistem çöktüğü zaman, emirler birbirine karışır. Bedenin hastalığı da, tıpkı cep telefonlarının bozulmasına benzer. Fiziksel, duygusal veya ruhsal olsun buna ‘hastalık’ deriz. Bilgisayara virüs girdiği zaman bütün bilgiler birbirine karışır ve alet ‘hastalanır’, ilk önce hızı ve verimliliği etkilenir. Bazen virüs aletteki iletişimi bozar, bilgisayar hiç çalışamaz hale gelir, o zaman ner deriz? ‘Bilgisayarım öldü’. İşte biz öldüğümüz zaman da aynı şey olur.

Ancak aslında biz ölmeyiz, çünkü ölemeyiz, çünkü biz bir beden değil, ‘Sonsuz Bilinç/Sonsuz Ruh/Öz bilinç’iz. Ölen, artık çalışmayan, iletişim sistemi çöken beden bilgisayarımızdır. ‘Bilinç/Öz’ de aynı şekilde, bu ‘realite/gerçek’ten kendini çeker, seçmiş olduğu deneyime son verir. Bilinç, beden bilgisayarının fişi gibidir. Fiş prizden çekilince bedenin gücü biter. Bilgisayarı yüksek bir yerden düşürürseniz ne olur? Aynı şey.
Bir bilgisayar virüsü, bilgisayarın çalışma sistemini bozarsa ne olur? Çalışamaz hale gelir, ölür. Peki bir virüs, kanser veya başka bir hastalık, insan vücudunun çalışma sistemini bozarsa ne olur? Aynı şey. Bilgisayarın hafızası bozulursa ne olur? Şaşırır ve eskisi gibi talimatları, bilgiyi algılayamaz. Bu bir insana olursa ne olur? ‘Alzheimer veya akıl hastası olmuş’ deriz. Bilgisayar faal durumda olmadığı zaman ‘uyku modunda’ denir. Bu, insan vücudu için de aynıdır. Benzerlikler listesi uzar gider, çünkü sözünü ettiğimiz şey, hep aynı temel çalışma prensiplerini içerir.

Tekrar vurguluyorum, biz ölmeyiz, Alzheimer veya akıl hastası da olmayız, bu beden bilgisayarımıza olur. Tıpkı bilgisayarı kullanan kişiye de bilgisayar virüsünün geçmemesi gibi. Bu mental veya fiziksel hastalık, bizim ‘Sonsuz Bilinç’imiz için asla bir problem oluşturmaz. Dünyanın en iyi bilgisayarı olabilirsiniz, ama makinanız verileri işlemleyemez ise, tam verimle çalışamazsınız. Özellikle eskiyip yıpranmışsa, bilgisayarımız için ‘artık eskisi gibi çalışmıyor’deriz. Peki, yaşımız ilerledikçe kendi bedenimiz için ne deriz? ‘Eskiden yapabildiklerimi artık yapamıyorum’... Dikkat edin, burada bile bedenimiz için ‘ben’ ifadesi kullanıyoruz. Oysa aslında biz beden bilgisayarımız değiliz! Biz ‘Sonsuz Bilinç’iz, hep vardık, halen varız ve hep olacağız. Biz, ölümlü/fani bir bilgisayar değiliz. İkisini ayırd edemezsek, hep ‘SatNav/uydulardan bilgi alan seyir sistemi’nin esiri oluruz.

Dünya veya hayatımız, hep bizim bu ikisini karıştırmamıza göre yapılandırılmış. İşte kontrol altında böyle tutuluyoruz. Bir bilgisayar bir yazılıma göre programlanır, elektrik sinyallerini farklı parçalarına taşımak üzere bir devre kartı, bilgiyi ağda taşımak üzere bir işlemci ve merkezi işlemcisi vardır. Bilgisayarın bir sabit sürücüsü ve kullanıldığı sırada bilgiyi tutan sanal belleği olur. İstediğiniz bilgiyi bu sanal belleğe yüklemek için ‘kaydet’tuşuna basarsınız. Bilgisayarların, virüsler veya diğer olumsuzluklardan korumak için antivirüs programları olur. İşte beden bilgisayarımız da aynen böyle çalışır.

Beden bilgisayarının sabit sürücüsü DNA/deoksiribonükleik asit ve hücrelerden oluşur. Hücreler bilgisayar çipleri gibidirler. Hücrelerdeki DNA’nın spiral şeklindeki dizileri, bedenin fiziksel özelliklerimizi taşıyan genetik arşivi gibidir. Ancak bu DNA’nın öneminin sadece bir kısmıdır. DNA’larımız 120 milyar mil oluşturur ve insan biliminin yapabileceği bir aletten yüz trilyon kat daha çok bilgi taşır. Beden ile masaüstü bilgisayarı arasındaki prensip aynıdır, ama ölçek, potansiyal ve gelişmişlik açısından arada ışık yılı kadar fark vardır. DNA için vurgulanacak bir başka nokta ise bilimin bu konuda ne kadar bildiğidir. DNA’nın yüzde 95-97’si, ne olduğu bilinmediği için ‘değersiz’sayılıyor! Şu işe bakın, 120 milyar mil DNA’mız var ve bilimadamları bunun yüzde 97’sinin sırrını anlayamadıkları için bize bedenlerimize ne yapıp yapmamamız gerektiğini söyleyebiliyorlar! Şunu unutmayalım ki, bilimadamları ve entellektüeller, ‘Sonsuz Farkındalık’ açısından o bilince sahip olmadıkları için akılları, düşüncenin bilgisayar seviyesindedir,‘Sonsuz bilinç’ seviyesinde değil. En büyük atılımlar zekadan değil, önseziden gelir. Zeka önseziyi izleyerek geçerli görmeye başlar. Önsezilerimiz, içgüdümüz, esinlerimiz veya benim ‘bilmek’ olarak adlandırdığım kavramlar ‘Herşeyi Bilmek’ olan Sonsuz Bilinç’ten gelir, akıldan değil. Öğretmenler, üniversite hocaları, doktorlar ve medyadaki bilimsel ve entellektüel mesleklerdeki kişiler, genellikle ‘öz bilinç’lerine veya ‘yüksek benlik’lerine açık değillerdir. Zaten bu nedenle iş ‘gerçek’in açıklanmasına gelince, bilimde birçok çıkmaz veya açmaz yaşanıyor. Hepsi esinlenmekten ziyade, belirli çizginin dışına çıkamayan ‘beş duyu gerçeği’ne programlanmış olarak ‘düşünen’ kişiler. Gerçek bir bilim dahisi olup, 1943’te ölen Nikola Tesla şöyle demiş; “Bilim, yüzyıllardır sürdüğü varlığının en büyük aşamasını, on yıl gibi bir sürede, ancak fiziksel olmayan fenomenler üzerinde çalışmaya başlarsa kaydedebilir.” Birçoğuna göre görülmüyor, duyulmuyor, dokunulmuyor, koklanmıyor ve tadı alınmıyorsa var olamaz, oysa herşey enerji ve tabii ki görünmüyor!

Biyolojik bilgisayarlarımızı/bedenlerimizi sadece bu ‘realite’yi deneyimlemek için kullanıyoruz. ‘Yaratılış’ dediğimiz şey de büyük bir ‘frekanslar ağı’ndan oluşuyor. Bunun için TV veya Radyo yayını, çok yerinde bir benzetme olabilir. Bizim boşlukta işgal ettiğimiz yerde radyo ve TV frekansları da var. Biz onları göremiyoruz, onlar da birbirlerini göremiyorlar, ancak çok yakın olurlarsa birbirlerine karışıyorlar. Bizim fiziksel gerçeğimiz için de aynı şey söz konusu. Şöyle düşünün; BBC’nin frekansına göre ayarlanmışsanız, farklı frekanstaki bardağı tutabilir misiniz? Hayır, çünkü bu frekanslar bardağın içinden geçip gidiyor ve tabii ki onu hareket ettiremiyor. Tıpkı Radyo ve TV frekanslarının, hiçbir şeyi etkilemeden duvarlardan geçip gitmeleri gibi. İşte bu noktada devreye beden bilgisayarı giriyor. Bedenlerimiz bu fiziksel dünyanın frekansında titreşiyor, dolayısıyla aynı frekanstaki herşey ile etkileşime girebiliyorlar, yani ‘Sonsuz Bilinç’lerimiz,doğrudan doğruya bu ‘Beş Duyu Gerçeği’ni deneyimleyen birer araç durumundalar. Kapkaranlık bir odada hiçbir şey göremeyiz, aynı prensiple evrendeki karanlık maddeyi de algılayamayız. Aynı beş duyu gerçeği benzetmesi çerçevesinde, aralarında bir türlü anlaşamayan insanlar birbirleri için ‘benimle aynı frekansta değil’ deyimini kullanırlar. Evet, aynen öyledir. İşte bu yüzden ‘Sonsuz Bilinç’ine uyanmış kişiler, ‘bilgisayar modu’ndaki kişiler tarafından ‘deli’ya da ‘tehlikeli’ olarak algılanıyorlar. Bu anlayışı kaybetmişiz ve kendimizi çok boyutlu Sonsuz Bilinç/Öz’ler olarak tanımlayacağımız yerde, Charlie Jones veya Mary Smith gibi kişilikler olarak tanımlıyoruz. Öyle bir illüzyon kafesine kapatılmışız ki, kendimizi ‘Herşey’ olarak göreceğimiz yerde ‘en ufak/en güçsüz’ olarak görüyor, üstelik sistematik olarak kim olduğumuzu unutmamız için de beyinlerimiz yıkanıyor. Buna tıpkı, bir sürü özelliği olan son derece gelişmiş bir bilgisayarın, sadece Mikrosoft Word’ü kullanması gibi birşey denilebilir.

Düşündüğümüz veya hissettiğimiz zaman, bedenin alıp verdiği elektrik sinyallerinin ve kimyasalların sonucu olarak, beyin ve bedende elektrokimyasal bir işlem tetikleniyor. İşte bu nedenle baz istasyonları, yüksek gerilim kabloları yakınında oturanlar veya belirli kimyasalları absorbe eden kişilerde depresyon oluşuyor. Kimyasal içeriği zararlı olan içecek ve yiyecekleri çok tüketen çocukların, hiperaktif veya diğer davranış bozuklukları içersinde olmalarının nedeni de bu. Elektrokimyasal sistemin dengesi bozuluyor ve bu, kişide dengesiz davranışlar şeklinde başgösteriyor.

‘Ölüm’ dediğimiz şey ‘hayat’ın büyük sırrı değil mi? Ölümden sonra hayat var mı? Nereye gidiyoruz? Beden ölünce nasıl hayat olabilir ki? Bütün bu sorular, ancak beden bilgisayarı ile ‘Sonsuz Bilinç’ arasındaki farkı gerçekten anladığımız zaman cevaplandırılabiliriz. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi, Sonsuz Bilinç bu realiteyi beden bilgisayarı aracılığı ile deneyimliyor. Bunun için, bir uzay giysisi giymiş benzetmesi yapabiliriz. Bilincimizin daha düşük seviyeleri kendini hep bilgisayar olarak tanımlar. Bilgisayar çalışamaz hale gelir veya ölür ise, bilincimiz illüzyondan kurtulur ve gerçekte kim olduğunu hatırlar. Bunu ‘bilgisayar beden ölümü’nden önce hatırlayanlar, hemen adapte olurlar, ama hatırlaması uzun sürenler, hep bu illüzyona bağlı kalırlar. Hayalet ve uğursuz yerler hakkındaki sayısız hikayenin kaynağı budur. Hayalet dediğimiz varlıklar, bedenden ayrılmış, beş duyu gerçeğindeki bilgisayar kimliklerinden kurtulamamış olan ‘Bilinç/Ruh/Öz’ lerdir. Bu kimlikten kurtulamayınca, illüzyon deneyimini yaşamış oldukları dünyadakine en yakın boyutta kalırlar. Bu biraz radyodaki iki frekansın karışması gibidir. Örneğin, gerçek medyumlar başka frekanslara uyumlanabilir ve Sonsuz Bilinçler/ruhlar/Özler ile iletişim kurabilirler. Ölmüş olanlarla bağlantı kurup ölenlerin sevdiklerine mesajlar iletebilirler. Bazı hayaletler, ‘ölüm’de ne olduğunu anlamak yerine, hala dünyadaki kimliklerine inanmayı sürdürürler, bu nedenle dünyada deneyimlemiş oldukları realiteye bağımlı kalırlar, bu nedenle onlara ‘kayıp ruhlar’da denir. İnsanlar bir yerde bir hayalet gördükleri zaman, çoğunlukla daha sonraları mutlaka orada öyle birinin yaşamış olduğunu öğrenirler.

Aslında ‘sonsuz yaşam’ı aramamıza gerek yok, zaten ona sahibiz. Nasıl bir sonsuz yaşam istediğimiz tamamen bize bağlı. Eskiden ben de birgün annem ve babam ölecek diye çok korkardım, ama Sonsuz Bilinç’ime uyanınca ‘ölüm denilen titreşimsel geçiş’i çok doğal bir şekilde algılamaya başladım. Kısaca ‘Ölüm’, Sonsuz Bilinç olan bizlerin, biyolojik bilgisayarın çalıştığı boyuttan çıkıp, gerçeğin başka bir boyutunda varlığımızı sürdürmemiz oluyor. Doğal olarak sevdiklerimiz bizi terkettikleri zaman sonsuz bir üzüntü duyuyoruz, bu anlaşılabilir birşey. Öldükleri zaman enerjik bağlantı nedeniyle bizlerden birşeyler kopmuş gibi bir duygu hissediyoruz. Oysa ‘Sonsuz Bilinç’imize uyanırsak, sadece kendimiz için üzüldüğümüzü anlıyoruz, çünkü aslında onlar bu illüzyona bağlı kalmaktan kurtuluyor ve gerçeğin farklı boyutlarında yeniden doğuyorlar.
Birçok kişi ölüme yakın deneyimler yaşıyor ve hiçbirinin de geri gelmek gibi istek içersinde olduğunu hiç duymadım. Belgelenmiş, sayısız miktarda ‘ölüme yakın deneyim’ var. Bu kişiler ölüm halinde bedenlerini terkediyor ve bu boyutun dışına çıkıyorlar, sonra geri geliyorlar, bedenleri tekrar diriliyor. Hollandalı kardiyolog Pin van Lommel’in bu konuda çok sayıda incelemesi mevcut. Bulguları İngiliz Tıp Dergisi ‘The Lancet’te yayınlandı. Kaydetmiş olduğu hikayelerin çoğunda ölüme yakın deneyim yaşayan kişiler, daha sonra ölümden hiç korkmaz oluyorlar. Bunun nedeni, bilinçlerinin yaşamayı sürdürdüğünü anlamalarından kaynaklanıyor. Bedenleri ölse de onlar ölmüyorlar, aksine sonsuz bir huzur duyuyorlar. Anlatılanlara göre bu, paltolarını çıkarmak gibi bir duygu imiş. Orada, beş duyuya dayalı gerçekte hissedilen duyguların hiçbirisi hissedilmiyormuş.

Genellikle seven/sevilen birisi ölünce, kendisinin hala oradan ayrılmamış olduğunu belli etmek için, o boyuttan bu boyuta etkileşim sağlamanın en kolay yolu elektrik oluyor. Düşünceler elektrik ve titreşimsel beyin dalgaları oldukları için elektrikli aletlere hükmetmeleri daha kolay oluyor. Dolayısıyla ölen kişinin yaşamış olduğu yerlerde bazen elektrikli aletlerdeki anlaşılmaz aksaklıklar bunu gösteriyor olabiliyor.

Başka bir örnek de hayalet göründüğü zaman odanın soğuması. Ölen kişinin Sonsuz Bilinci/özü, boyutlar arasında enerji yoluyla bağlantı kurmak isteyince odadaki enerjiyi çekiyor, böylece odanın ısısı düşüyor. Müzik de bir titreşim olduğu için, bazen farklı boyutlardaki iki kişi arasında bağlantı sağlayabiliyor. Bazen de, medyumların ölmüş olan kişilerin yüzük veya saati gibi özel eşyalarını kullanmaları enerji bağlantısı kurmak açısından daha kolay olabiliyor. Bu tıpkı radyoda istediğimiz dalgayı veya frekansı nerede bulacağımızı bilmemize benziyor. Aksi takdirde aradığımızı bulmak için, o dalgadan bu dalgaya atlayıp durmaz mıyız?

Kendi ölüm korkumuz veya sevdiklerimizinöleceği korkusu, farkında olarak ya da olmayarak hep hayatımıza hükmediyor ve herşey bu kaçınılmaz ölüma dayanıyor. Oysa hiç kaçınılmaz değil, çünkü böyle birşey yok. Sadece ebedi varlığımızı sürdürmek var.

Peki bu sanal tımarhanede hapisken kim olduğumuzu, yani Sonsuz Bilinç/Sonsuz ruh/Sonsuz Sevgi olduğumuzu nasıl hatırlayacağız?
Öğrenmeye ihtiyacımız yok, beynimizdeki ‘bölünmüşlük’ programlamını silmemiz lazım. ‘Aydınlanmak’, sistemin bizi inandırdığı akıl programı ile gerçekleşmiyor. ‘Bilgilenme’ ile ‘bilme’ arasında büyük farklar var. ‘Bilgilenme’ akıla dayalı, ‘bilme/biliş’ ise Sonsuz bilinç’e... Kim olduğumuzu hatırlamamız, algılama kapasitemizi Sonsuz Bilinç’e yöneltip açmamız ve gerçeklik duygumuzu değiştirmemiz gerekiyor. Biz değişirsek, yarattığımız dünya da değişir.

-(‘The David Icke Guide to the Global Conspiracy and How to End It’ kitabından.)-

21 Nisan 2013 Pazar

30. Gün – Mucizelerinizi Fark Etmek



30 gunluk yolculugumda mucizelerimi yazdim;egolarimla yuzlemesmeye calistim;meleklerimden yardim istedim...30 gun bitti!!!...Ama aslinda hersey yeni basladi..30 gun zihnimi yeni dusunme bicimine alistirdim...Gerceklesen en buyuk mucize aslinda hayatimi kendimin yazdigini anlamam oldu..Mucize listesinin de amaci buydu aslinda...calismalardan bir gun yazmistim;en buyuk mucize aslinda mucize yaratabilme gucune sahip oldugumuzu anlamamizdir..Gerisi sadece ufak detaylardir...Isaretleri takip etmeyi ve onlara 100% inanmayi ogrendim..Kalbimin sesinin beni hic bir zaman yaniltmadigini ogrendim..Ne zaman o sesi duysam;ve ardindan gelen suphe ve endiseyle vazgecsem sonunda kalbimi dinleseydim kazancli cikacagimi ogrendim...Su anda bunlari yazarken artik bunlari ne kadar ogrendigimi farkettim...Benim icin artik suphe yok!...Ama daha yolun cok basindayim...Daha bu yolculukta ogrenmem gereken cok sey olacak..Hepsine sevgiyle kucak aciyorum..Gecmisimi sevgiyle ugurluyorum ve gelecegime sevgiyle kucak aciyorum..Gelen herseyin hayrima oldugunu biliyor ve sevgiyle kabul ediyorum...Sahip olduklarim ve olacaklarim icin sonsuz sukran duyuyorum..Bana bu farkindaligi verdigi icin Allah'ima binlerce tesekkur ederim..Kalbime huzur verdigi icin binlerce tesekkur ederim..Umudumu artirdigi icin binlerce tesekkur ederim..Sagligim ve sevdiklerim benimle oldugu icin binlerce tesekkur ederim...Bana yol gosterip,rehberlik ettikleri icin meleklerime binlerce tesekkur ederim...Bu yolculugumda bana destek olup;beni yalniz birakmadiginiz icin sizlere de binlerce tesekkur ederim...Umarim hepiniz mucizelerinizin adim adim gerceklestigine sahit olmussunuzdur..Tum mucizelerimizin gerceklesecegine emin olun...Kalplerimizden sevgi ve isik hic eksik olmasin...Biz birer mucizeyiz....:))

30. Gün – Mucizelerinizi Fark Etmek

Bu, 30 Günde Günlük Mucizeler küresel mucize programının sonudur. Son 30 günde mucize üstatlığına kişisel yolculuğunuzda size rehberlik eden bilgiler aldınız. Mucize listenizi yarattınız ve sonra enerjinizi mucizeler yaratma yeteneğinizle hizalamak için blokajları uzaklaştırmak için çalıştınız.
Mucizeleriniz sizin için tezahür etti mi? Eğer etmediyse, onların geleceklerini bilin. Mucizeleriniz beklediğinizden daha farklı bir şekilde geldi mi? Bazen mucizeler aşamalar veya adımlar halinde gelir ve eğer dikkat etmediyseniz (çünkü daha büyük bir şey umuyoruz), doğru yolda olduğumuzu, mucizemizin yolda olduğunu gösteren küçük şeyleri kaçırabiliriz. Sizin için gerçekleşen küçük şeylere, beklenmeyen kutsamalara, mucizelerinizin gelmekte olduğunu söyleyen aldığınız küçük onaylama örneklerine dikkat edin. Sizin istediğiniz aynı şeyi elde eden birinin onu nasıl almış olduğunu anlattığını dinleyebilirsiniz – bu sizin isteğinizin yolda olduğunun onaylamasıdır, başkalarının aldığının, sizin almadığınızın işareti değil. Her gün sizin için mucizelerin gerçekleşmesini bekleyin, hayal kırıklığına uğramazsınız. Ve süreç içinde mucizeleriniz de gelecektir.

Mucizeler yaratma sürecini hızlandırmanın en iyi yolu, her gün yaşamımızdaki her şey için şükran duyarak yaşamaktır. Daha fazlasını istemeden önce, sahip olduklarımız için minnettar olmalıyız. Şükranla yaşadığımız zaman, yaşamlarımızı yaratmadaki sorumluluğumuzu kabul ederiz ve böylece mucizelerimizi gerceklestirme gücüne sahip oluruz. Evren’in enerjisi şükran ve koşulsuz sevgiye dayanır ve yaşamlarımızda bu enerjilerle yaşayabildiğimiz zaman, mucizevi hayatlar yaşamamıza izin veririz. Bu akışa adım attığımızda, gercekligimiz üzerinde sahip olduğumuz gücün farkında oluruz.
Mucizevi hayatlar yaratmak ve yaşamak kim olduğumuzu hatırlama sürecinin parçasıdır; Evrensel enerjiye ayak uydurarak çalışırken, hayallerimizin yaşamını birlikte – yaratabilen ilahi ve sonsuz ruhsal varlıklarız. Bunu yaptığımız zaman, her yerde herkesin de aynısını yapmasını sağlarız. Bu bizim Evren’e geri armağanımızdır, insanlığın bilincini yükseltmek ve cenneti dünyaya getirmek.
Tebrikler, mucize üstatlığına adım attınız. Ve sizlere, mucizevi yaşamınızın her gününde en muhteşem kutsamaları diliyorum.

20 Nisan 2013 Cumartesi

29. Gün – Sabır ve Zamanlama



Artik mucize listemizi tamamlamaya 1 gun kaldi...Mucizelerimizin bazilari gerceklesmis;bazilarinda hareketlenmeler baslamis;ya da bazilarinda hic gelisme olmamis olabilir..Hepsinin zaman ve sabir gerektigini unutmamiz gerek..Bugunku calismada da sik sik adi gectigi gibi:Sabir!En buyuk test!

Cocukken annem bana bir dua ogretmisti..Herhalde 5 yasindayken filan..O gun bugundur aliskanligim;her gece bilincli bilincsiz ama mutlaka yatmadan once bu duayi okurum..Duanin bir kisminda soyle der:Yattim sagima;dondum soluma..2 melek geldi yanima..Biri imanima;biri Kur'anima...:))Tekerleme gibi..Hatta bazen komik bile bulurum bu duayi ama ogrenmisiz bir kere cocukken;okumadan yatamam..:))

Bu gun calismamizi verdikten sonra bazi bilgileri sizlerle paylasmak istiyorum:

29. Gün – Sabır ve Zamanlama
Evren ile birlikte çalışmakla ilgili hızla öğreneceğimiz iki şey, Evrensel zamanlamanın insanın zamanlaması ile aynı olmadığı ve sabrın gerektiğidir ve sabır çoğu zaman derslerimizin büyük bir parçasıdır. Hepimiz sab..ırsız olmaya eğilimliyiz ve her şeyin tam şimdi gerçekleşmesini isteriz, ama Evrensel yasalarla, enerji ve mucizelerle çalıştığımız zaman, şeylerin ilahi zamanlama ile gerçekleştiğini biliriz ve bu deneyimlemeyi istediğimiz zamanlama ile her zaman aynı değildir. Öğreneceğimiz bir şey, her şeyin doğru ve en mükemmel zamanda gerçekleştiğidir ve eğer süreci hızlandırmaya çalışırsak, korku ve şüphe ile sorunumuz olur. Bazen gecikme kılık değiştirmiş bir kutsamadır, olay gerçekleşene kadar onu fark etmeyiz. Ancak berrak olan bir şey vardır, Evreni zorlayamayız, onu acele ettiremeyiz ve onu gitmesini istediğimiz yöne itemeyiz. Çabalayabiliriz, ama sonuçlar istediğimiz gibi olmaz ve çok daha azı bile olabilir.
Bugün mucizeler listenizi gözden geçirirken, ilahi zamanlamanın sizin yararınıza nerde işlediğini görebiliyor musunuz, belki bir şeyleri geciktiriyordur ve size başka bir şey getiriyordur? Nerede bir sabır dersi alıyor olabileceğinizi görebiliyor musunuz? Sabır nasıl beklemek gerektiğini öğrenmek ile ilgili değildir, gücümüze ve gereksinim duyduğumuz şeyi tam olarak doğru zamanda yaratmak için bizimle çalışan hayırsever bir Evrene nasıl iman edeceğimizi öğrenmekle ilgilidir.


Daha once soylemis miyidim bilmem herkesin 2 koruyucu melegi oldugunu...Tum dinler bunu dogrulamistir..En'am suresi 61. ayet der ki:"O kullarinin ustunde mutlak hakimiyet sahibidir.Uzerinize de koruyucu melekler gonderir."Meleklere inancin var oldugu her din ve inancta melek kavramina bakis farklidir..Islamda melek diye arastirdigimda karsima cikan;ilgimi ceken bazi bilgileri de sizlerle de paylasiyim istedim:

"Melekler madde değillerdir, bu yüzden zaman kavramları da yoktur. Bir anda iki yerde olabilirler. İradeleri yoktur Allah'ın emrine itaatkarsızlık edemezler. Sadece emredilen şeyleri yaparlar. Çok güçlüdürler. İnsanlardan farklı olarak yemezler, içmezler, dişilik ya da erkeklikleri yoktur, gece gündüz Allah'a ibadet ederler. Sayılarını ancak Allah bilir.
Hz. Muhammed (s.a.v), Miraç hadisesinde göğün yedi katmanını gezmiş ve buralarda değişik tür meleklerle karşılaşmıştır. Hadis-i Şerife göre bunlardan biri göğün kapısını koruyan, emrinde -herbirinin emrinde 100 bin melek olmak üzere- 70 bin melek olan İsmail isimli melektir. Yedinci kat gökte bulunan Beytü'l-Ma'mur mabedi etrafında tavaf eden ve her birine kıyamete kadar bir daha sıra gelmeyen melekler gördü. Yine çeşitli katlarda sürekli secde, rüku gibi sabit hallerde duran melekler gördü.
Meleklerin ikişer, üçer, veya dörder çift kanatları olduğu Kur'an'da açık bir dil ile ifade edilmiştir. Ancak bu kanatların işlevi bilinmemektedir. Bazı yorumlara göre deniz,bulut hatta ozon tabakası dahil tüm tabiat varlıkları da birer melektirler.Fakat bu bilgi sahih (yani kesin bir bilgi) değildir.

Bedir savaşında sayıca az olan müslümanların safında meleklerin de savaştığı hadislerde anlatılmaktadır. Yine hadislerden anlaşıldığına göre Uhud savaşında, Cebrail ve Mikail Hz. Muhammed (s.a.v)'nin yanında savaşmış ve onu düşmanlarından korumuşlardır.
Taif isimli şehirde taşlanma olayından sonra Hz. Muhammed (s.a.v)'e gelen Cebrail, iki tarafındaki dağları kaldırıp taifin üzerine yıkmayı teklif etmiş, ancak Hz. Muhammed (s.a.v) bunu kabul etmemiş ve kendisini taşlayanlar için dua etmiştir."

"Melekleri diğer varlıklardan ayıran birtakım özellikler vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Melekler nûrdan yaratılmış; yemek, içmek, erkeklik, dişilik, uyumak, yorulmak, usanmak, gençlik, ihtiyarlık gibi fiillerden ve özelliklerden arınmış nûrânî ve ruhanî varlıklardır: "...O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar. Onlar, bıkıp usanmaksızın gece gündüz (Allah'ı) tesbih ederler" (el-Enbiyâ 21/19-20), "Onlar rahmânın kulları olan melekleri dişi kabul ettiler. Acaba meleklerin yaratılışlarını mı görmüşler? Onların bu şahitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir" (ez-Zuhruf 43/19); ayrıca bk. es-Sâffât 37/149; en-Necm 53/27-28).
2. Melekler Allah'a isyan etmezler, Allah'ın emrinden çıkmazlar, asla günah işlemezler, hangi iş için yaratılmış iseler o işi yaparlar. "Onlar, üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve kendilerine ne emrolunursa onu yaparlar" (en-Nahl 16/50; ayrıca bk. el-Enbiyâ 21/26-28; et-Tahrîm 66/6).
3. Melekler, son derece süratli, güçlü ve kuvvetli varlıklardır: "Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer üçer ve dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediği artırmayı yapar. Şüphesiz Allah her şeye gücü yetendir" (el-Fâtır 35/1). İslâmî kaynaklarda meleklerin kanatları olduğu bildirilmekle birlikte bu kanatların mahiyeti konusunda bir şey söylemek mümkün değildir. Meleklerin nûrânî varlıklar olduğu göz önünde tutulursa, bunları kuş veya uçak kanatları gibi maddî nitelemelere konu etmenin doğru olmayacağı ortadadır. Kanatların mahiyetini ancak Allah ve melekleri gören peygamberler bilebilirler. Meleklerin kanatları onların sûretini, kanatlarının fazlalığı onların güç ve sürat yönünden derecelerini, Allah katındaki değerlerini gösterdiği şeklinde anlaşılabilir.
4. Melekler Allah'ın emir ve izniyle çeşitli şekil ve kılıklara bürünebilirler. Cebrâil (a.s) Hz. Peygamber'e ashaptan Dihye şeklinde görünmüş, bazan kimsenin tanımadığı bir insan şeklinde gelmiştir. Yine Cebrâil (a.s), Hz. Meryem'e bir insan şeklinde görünmüş (Meryem 19/16-17), meleklerden bir grup, Hz. İbrâhim'e bir oğlu olacağı müjdesini getiren insanlar şeklinde gelmiş, o da onları misafir zannederek kendilerine yemek hazırlamış, fakat yemediklerini görünce korkmuş, sonra da melek olduklarını anlamıştır (Hûd 11/69-70). Bu âyetten meleklerin yiyip içmedikleri sonucu da çıkmaktadır.
5. Melekler gözle görünmezler. Onların görünmeyişleri, yok olduklarından değil, insan gözünün onları görebilecek kabiliyet ve kapasitede yaratılmamış olmasındandır. Melekler peygamberler tarafından aslî şekilleriyle görülmüşlerdir. Asıl şekillerinden çıkıp bir başka maddî şekle, meselâ insan şekline girmeleri durumunda diğer insanlarca da görülmeleri mümkün olur. Cibrîl hadisi diye bilinen, iman, islâm ve ihsan kavramlarının tanımlarının yapıldığı hadiste belirtildiği gibi, Cebrâil ashap tarafından insan şeklinde görülmüştür (bk. Buhârî, "Îmân", 37; Müslim, "Îmân", 1; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 15).
6. Melekler gaybı bilemezler. Çünkü gaybı, ancak Allah bilir. Eğer Allah tarafından kendilerine gayba dair bir bilgi verilmiş ise, ancak o kadarını bilebilirler. Kur'an'da ifade edildiğine göre Allah, Hz. Âdem'e varlıkların isimlerini öğretmiş, sonra da isimlerin verildiği varlıkları meleklere göstererek, bunların isimlerini haber vermelerini onlardan istemiş, bunun üzerine melekler "Seni tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Çünkü her şeyi hakkıyla bilen, hüküm ve hikmet sahibi olan sensin" demişlerdir. Bunun üzerine de Cenâb-ı Hak Hz. Âdem'in, varlıkların isimlerini haber vermesini emretmiş, o da söyleyiverince şöyle seslenmiştir: "Size demedim mi ki, göklerin ve yerin gaybını şüphesiz ben bilirim. Neyi açıklarsanız neyi de gizlemişseniz ben bilirim" (el-Bakara 2/31-33)."
“O insanın önünde ve ardında devamlı olarak nöbetleşerek görevlendirilen melekler vardır. Bunlar Allah’ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar.”(Rad, 13/11)
'Hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir denetleyici (melek) bulunmasın' (Târık, 86/ 4) ayetinde ifade edildiği gibi herkes için bir koruyucu melek mukadderdir.
Taberâni'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte her insana 360 meleğin nezâret ettiği ve insanı koruma altına aldıkları kaydedilmektedir. (1) Ayette ise bu husus şöyle anlatılmaktadır:
'Her birini (herbir insanı) önünden ve arkasından izleyen melekler vardır. O'nu Allah'ın emrinden (veya Allah'ın emriyle) korurlar.' (Ra'd, 13/11)
Küçük çocuklar oldugumuz zamanlardan beri melekleri biliriz.. Sonra büyürüz ve kendimizi umutsuzluk, karisiklik, zorluklar veya karar verme durumlarinda buluruz. Sonunda, eger sansli isek, spirtiüel bir çalisma yoluna gireriz ve belki de meleklerin var oldugu ve bize yardim etmek için burada bulunduklari kavramina yakin oluruz.



Böylece, bir dua okuruz, utangaç ve kesin olmayan hislerle, bir yanit bekleyerek....



Melekler insanlardan farklidir, onlar kendi özgür iradelerine ilgi duymazlar. Onlarin iradeleri saglam olarak ve daimi olarak Ilahi Irade ile uyumludur. Onlarin amaçlari Tanri’nin çocuklarina spiritüel olgunluga ve mükemmelige giden yollarini bulma ve Cenneti Dünyada tezahür ettirmede yardim etmektir.



Herbirimizin meleklerle ilgili kavramlari gözden geçirmemiz ve daha yakindan bakmamiz büyük önem tasir..Kucuk cocuklar kadar saf ve coskuyla hissetmek gerekir melekleri...



Daima su sözleri hatirlarim : “ Küçük çocuklar gibi olmadikça, cennetin kralligina giremezsiniz”..Onlari cagirin!!...Ben soyle yapiyoruM:Gözlerimi kapatiyorum, konsantre oluyorum ve onlarla konusuyorum.."Lutfen yanima gelin ve bana rehberlik edin;lutfen farkindaligimi artirin..Istedigim her neyse bana bu konuda rehberlik edin;yol gosterin ve yollarimi akin ki aksin" diyorum..Sadece onlari dusunuyorum..
Unutmayin ki;değişim zamanındayız. Herkes için hem spiritüel hem spiritüel olmayan alanlarda çok zor bir zaman...Hep dedigim gibi aslinda mesaj duyuyoruz ancak anlamiyoruz;anlayamiyoruz. Meleklerin destekleri, sizin ihtiyacınıza göre geldiginden onları duyup, onlarla iletişimde olabilmeniz çok önemlidir. Onlar,sifa ve öğrenimin spiritüel yolunda ilerlerken karşılaştığınız her durumda size yardım edecek bilgi ve iç görüye sahiptirler..
Bircok arkadasim bana;"eee;ben bisey goremiyorum;duyamiyorum?nerde benim tuylerim??..:((..." gibi yorumlarda bulunuyorlar.Meleklerimizi duyamamanızın en önemli nedenlerinden biri bilinçsiz olarak bilgiyi engelliyor olusumuzdur... Bu sürecin en büyük engeli, tam olduğunuz yerde kalmanızı isteyen egodur. Yani bilincinizde ruhunuz ve egonuz arasında çetin bir savaş olmaktadır. Çoğunuzun kafasının karışmasının, korkmanızın ve spiritüel ekibinize karşı şüphe duymanızın nedeni de budur. Çoğunuzun bu kadar zor zamanlar geçirmesinin nedeni de budur. Hayatınızı, başrolünde kendinizin olduğu bir oyun gibi düşünün.Melekleriniz sizin kadronuz ve tek amaçları sizin zaferiniz. Bu oyunu kazanmanız. Sizin için yaptıkları her şey amaçlarını yansıtır. İşte bu nedenle onlarla iletişim kurmayı öğrenmelisiniz. Onların rehberliği olmadan başarınızı garantileyecek ekip desteğinden mahrumsunuz demektir.
Her durumda kırılacak, karmik sorunlarınızı çözecek ve hayatınız için yeni değerler yaratacaksınız. Kim olduğunuzu biliyorsunuz çünkü yakın aileniz içinde bile kendinizi farklı hissettiniz, bu zamanda onlardan fiziksel ve duygusal düzeylerde ayrılmış bile olabilirsiniz. Çok az arkadaşınız kalmış, kendinizi yalnız hissediyor da olabilirsiniz. Tek huzur ve istikrar kaynağınız Allah inanciniz ve meleklerinizdir. İşte bu yüzden onlarla iletişim kurabilmeniz önemlidir. Onlar yolculuğunuzun bu safhasını atlatmanızı sağlayacak bütün bilgiye sahiptir çünkü perdenin bu tarafına geçmemişlerdir. Yaptığınız sözleşmeleri, gerçekleştirdiğiniz sözleri ve görevleri hatırlarlar. Unutan sizsiniz. Anımsamanızı sağlayıp yolunuzda size destek olabilirler. Öncelikle neden mesajlarını duyup anlamadığınızı kavramalısınız.
Korku sizinle spiritüel doğanız arasına duvar çeker. Yüksek benliğinizin aşamadığı ve rehber ve meleklerinizin dahi indiremediği bir duvardır bu. Korku içinde çalıştığınızda yüksek boyutların ilişki kurabildiği tek titreşim olan koşulsuz sevgi titreşiminin dışına çıkarsınız. Korku içindeyken rehberlerinizin size sunduğu sevgi, cesaret ve rehberlik mesajlarını duyamazsınız.
Korkunun çok çeşidi vardır. İnsanlar başarısızlıktan veya başarıdan, ilerleyememekten korkabilir...Hatta çoğunuz duymak istemeyeceğiniz bir şey duymaktan ya da yapamayacağınız veya yapamayacağınızı hissedeceğiniz bir şey yapmaya zorlanacağınızdan korkarsınız. Unutmayın ki, kalbinizin arzuladığı her şey tamamen yetenekleriniz dahilindedir. Potansiyelinizin bir parçası olmasaydı zaten onu istemezdiniz. Ayrıca Allah'in ve meleklerinizin asla sizin En Yüksek Hayrınıza olmayan bir şey istemeyeceklerini bilin.
İçinize dönüp duygularınıza bakın. Bağlantıyı kaybetmiş, karman çorman, kafanız karışık, incinmiş veya kızgın mı hissediyorsunuz? Paniği hissedebiliyor musunuz? O zaman korkuyla çalışmaktasınız demektir.
Korkudan kurtulmak için önünüze geçmesine izin verin ve sizin için anlamını, daha önce onu nasıl deneyimlediğinizi ve bilincinizi terk etmesi için neyi iyileştirmeniz gerektiğini kendinize sorun. Korkunuzun karşısında sakin olun. Kendinizi iyileştirip korkudan arındırmak için ihtiyacınız olan bilgiyi alacaksınız.Korkmali miyim diye sorun..Daha once size bir ruyamdan bahsetmistim..En net mesaj aldigim o muhtesem ruyamdan..."Sana kanallik edicez;simdi cevaplariniz yazidiracagiz..Bize sor!" diye kagit kalemi verip;ban yazdirdiklarinda onlara sordugum ilk soru suydu:"Korkmali kiyim?.."Bugune kadar tum ogretiler;bilinmeyenden gelen korku heosi bir arada korkuyordum daha fazlasini ogrenmeye..Aslinda hepimiz psisik yeteneklerle geliriz dunyaya..Hepimiz yuce Allah'in bir parcasiyiz..Ama sonra korkularla kapatiriz tum algilarimizi..Sonra dalar gideriz dunyaya..Ev alma;araba alma,kariyer yapma planlarina duserken de unuturuz aslinda sahip oldugumuz ilahi guclerimizi..Ogrenmek ya da hatirlamak istedigimizde de KORKARIZ!!...Iste bu korkudan kurtulun!..Gelen hersey hayrimizadir!...:)

Korkunun başka bir şekli olan şüphe, yeteneğinizin size verilen bilgiyi yorumlayıp uygulaması karşısında çok önemli bir engeldir. Duyma yeteneğinizden veya sezgisel becerinizden şüphe duyuyor olabilirsiniz. Şüphenin varlığı spiritüel alemlerle iletişim yeteneğiniz karşısında güçlü bir caydırıcı olabilir. Aldığınız bilgiden emin değilseniz bütün duyduklarınızda “mutlak açıklık” isteyin. Mesajın onaylanmasını isteyin. Onay istediğinizde mesajı duyduğunuzu ve şimdi biraz açıklık istediğinizi bildirmiş olursunuz. Duyduğunuz her şeye şüpheli bir açıdan yaklaşıyorsanız, rehberlerinizin size anlattıklarını duyma yeteneğinizden emin olmadığınızı belirtmiş olursunuz. Şüphe doluyken duyduklarınızı engellersiniz.

Şüpheyi ortaya çıktığı an tanımak kolaydır. “Buna gerçekten inanmıyorum” ya da bunun gerçek olduğuna inanamam” ve hatta “ben meleklerimle hiç konuşamam” şeklindeki düşüncelerle gelir. Şüphe kendini genellikle kendinden şüphe şeklinde gösterir. Nadir olarak başkalarının güdü, yargı ve fikirlerinden şüphe duyarız. Şüphenin kökleri sezgisel yeteneklerimiz konusundaki algımıza, hatta spiritüel hediyeler almanın anlamı hakkındaki düşüncelerimize kadar uzanabilir. En yakınlarımızın bilgiyi küçümseyeceğini veya spiritüel iletişimimiz nedeniyle bizi kötü anlamda yargılayacağını hissettiğimizde yeteneklerimizden, mesajlardan ve mesaj kaynaklarından şüphe duyarız.
Duyduklarınızdan şüphelendiğinizde, duyduklarınızın doğru bilgi olduğuna güvenerek onay isteyin. Şüphenin kaynağını belirleyin –siz misiniz yoksa anne-babanız, aileniz veya arkadaşlarınız gibi başka kaynaklar mı var? Kaynak sizin dışınızdaysa kendinize onu belirleme ve salıverme iznini verin. Kaynak içinizdeyse unutmayın ki evrendeki her varlık kadar siz de Yaratıcı Allah’nın bir parçasısınız. Yüksek spiritüel alemlerle iletişime değer olduğunuzu kabul edin ve tanıyın. Tanrısallığınızı ve Kaynak’la daimi bağınızı kabul edin.
Duygular, üçüncü boyut gerçekliğinin bir ürünü olduklarından rehber ve meleklerinizden gelen mesaj ve rehberlikleri duyma yolundaki diğer bir engeli oluştururlar. Daha yüksek boyutlarda tek bir duygu vardır, o da koşulsuz sevgidir. Duygularınızın sadece çevrenizi tanımlamakta kullandığınız yargılar olduğunu bilin. Birçok duygu korkudan kaynaklanırken, daha büyük kısmı karmik olaylardan ve ruhsal grubunuzun diğer bireyleriyle bağlantılarınızdan doğar.

Bu duygusal olayların üzerinizdeki etkisini bilmeniz önemlidir. Spiritüel gelişiminizi ve kendinizi iyileştirme yeteneğinizi engellerler. Sürekli duygusal olaylar yaşadığınız insanlarla çevriliyseniz, buraya bu ilişkileri iyileştirmeye gelmişsiniz demektir. Aynı duygusal olay içerisinde bağlı kalmak bu süreci ancak uzatır. Siz duygusal olaylarla dağılmışken rehber ve melekleriniz size ulaşamaz...:((

Duyguların yükseldiğini hissettiğinizde, olaya balıklama atlayıp, kendinizi yeni bir savaşa sokmak yerine olaya uzaktan bakın ve daha bilimsel bir tutum takının. Kendinizi hangi duyguları hissettiğinizi, bu duyguların kime yöneldiğini ve neden böyle hissettiğinizi sorun.Ve bu arada bol bol yazin...Not alin!..Sonra okuyun..Neler olduguna inanamayacaksiniz..yazarken ve sonra okurken sorulariniza nasil patir patir evaplar aldiginiza inanamayacaksiniz...

Bütün duygusal enerjiler alt çakralardan kaynaklanır. Bu duyguları hissetmeye başladığınızda alt çakralardan kalp merkezinize yükselmelerine izin verin, burada onları şifalandırma niyetinizi belirtin ve sonra onları bilincinizi terk etmeleri için rehberlerinize, meleklerinize ve Yüksek Benliğinize salın. Kendinize yüklediğiniz duygusal olaylara kapılma zorunluluğundan bir kez kurtuldunuz mu, bu olayların kaynağı olan insan ve durumların hayatınızdan çıkabileceğini bilin. Öyle olması gerekir. Gitmelerine izin verin ve onları sevgi ışıkla uğurlayın. Gittikleri zaman onlarla olan karmanızı iyileştirdiğinizi bilin ve artık karmik bağı olmayan yeni ilişki şekillerinin hayatınıza girmesine izin verin.

Üçüncü boyut gerçekliğiniz gürültülü, hareketli ve akıl karıştırıcı bir yerdir. Sizi kendiniz için yarattığınız korku ve güçsüzlük yanılsamasına bağlı tutmayı amaçlayan dikkat dağıtıcı öğelerle doludur. Bu dikkat dağıtıcılar televizyon gibi eğlenceleriniz, yorucu işler, maddecilik, bilgisayarlar ve başkalarına karşı sorumluluklarınız ve sizden enerji çeken durumlar olabilir. Değişime karşı çalışan güçlerin var olduğunu bilin. Onların niyeti mümkün olduğu kadar çoğunuzun bilinçlerinizi yükseltmenizi engellemektir.
Bu dikkat dağıtıcılar rehber ve meleklerinizden gelen mesaj ve rehberliklere karşı başka bir engel oluşturur. Kendinizi bilinçli olarak onlardan koparmalısınız. Böylece zamanla kendi iç varlığınızın sessizliğinde huzur bulmayı öğrenirsiniz. Çoğu kez spiritüel büyümenizi önlemek için kendiniz bilinçsizce dikkat dağıtıcı unsurlar yaratmış veya benimsemişsinizdir. Dikkat dağıtıcılar sadece egonun kontrol ihtiyacını besler enerjinizi odaklama yeteneğinizi tekelleştirerek aklınızı doldurur. Dikkat dağıtıcılar zamanınızı tüketen arkadaşlar, sizden çok şey isteyen aile üyeleri ve tüm zamanınızı alan dış etkinlikler olarak da kendini gösterir.

Siz kendi dikkatinizi nasıl dağıtıyorsunuz? Hayatınızın önceliği nedir – kendiniz mi, başkaları mı? Nasıl hayatınızı dikkat dağıtıcılardan arındırıp kendinize odaklanmayı öğrenip kendi içinizde huzuru bulabilirsiniz? Rehberleriniz ve Yüksek Benliğinizle iletişim için sakin bir alan yaratmaya yeni başladığınızda dikkat dağıtıcılara karşı ihtiyacınızın arttığını fark edebilirsiniz. Bu ihtiyacı görün ve salıverin. Zaman ve deneyimle bu dikkat dağıtıcılara gitgide daha az ihtiyaç duyduğunuzu fark edecek, içsel varlığınızla geçirdiğiniz zamandan keyif almayı öğreneceksiniz.

Melekleriniz sizinle değişik yollarla konuşur. Mesajlarını duymayı öğrenmeniz için sizinle konuştukları zaman anlamanıza yardımcı olacak bazı kılavuz bilgiler var.
Alçak sesle konuşurlar.Melekleriniz çok nadiren yüksek, duyulabilir bir sesle konuşur. Onları içsel varlığınızın odağından duymanız gerektiğinden genellikle çok alçak sesle konuşurlar. Siz tehlikedeyken, yapabildiklerinde kulağınıza bağırıyor gibi hissetseniz de, çoğunlukla sizin istekli ve alıcı bir dinleyici olmanızı gerektiren yumuşak tonlarda konuşurlar. Sizinle konuşmayı asla bırakmadıklarını bilin. Onları duymuyorsanız korkularınız seslerini boğuyor, egonuz kontrolü bırakmamaya çalışıyor veya hayatınızdaki dikkat dağıtıcılar mesajları netlikle duyma yeteneğine sahip içsel varlığınıza odaklanmanızı engelliyor demektir.

Melekleriniz size tam olarak neyi ne zaman yapmanız gerektiğiniz düz bir dille söyleseydi her şey daha kolay olurdu. Ancak bunu yapamazlar çünkü özgür iradenize karışamazlar. Mesajları ne kadar açık ve acil olursa olsun ona göre davranma seçimini özgür iradenizle yapmalısınız. Çoğu kez mesajlarını size sembollerle iletirler. Bu semboller daha once de hep yazdigim gibi bir şarkıda duyduğunuz sözler, bir duvar panosunda gördüğünüz kelimeler,sayilar,birden karsiniza cikan bir televizyon reklami;tuyler,bozuk paralar,gokkusagi veya birden aklınıza gelen düşünceler olabilir. Bu mesajları almanızın daha milyonlarca yolu vardır –önünüzdeki arabanın plakası bile bu yollardan biri olabilir...:))Bunlar meleklerinizden gelen mesajlardır ve hepiniz bunu zaman zaman yaşamışsınızdır. Bu mesajları duymayı daha çok istedikçe gitgide daha yüksek frekanslarda geldiklerini göreceksiniz. Bu mesajları duymak niyetiniz haline gelince onlar siz istemeden karşınıza çıkacak.

Tamamen yabancı biriyle sohbet ederken, kafanızdaki bir mesele hakkında bir soruyu yanıtladığı veya o konuda bir bilgi verdiği olmaz mı? Bu da meleklerinizden gelen bir mesajdır. Mesajlarını alma yeteneğiniz geliştikçe duymanız gereken mesajları alabilmek için çevrenizdeki insan ve durumlara daha çok dikkat etmeyi öğreneceksiniz. Yine de korku içindeyken, duygusal haliniz bozukken veya hayatınızdaki çeşitli unsurlar dikkatinizi dağıtıyorken kendinize daha çok dönüp, çevrenizdekilere daha az dikkat edebilirsiniz. Yardımın her yanınızda olduğunu bilin. Odağınızı meleklerinizden gelen mesajları almaya çevirdiğinizde yolunuza yerleştirilmiş, size özel mesajlar taşıyan insan ve durumları fark edeceksiniz.

Rüyalar yoluyla konuşurlar.Melekleriniz uyanık olduğunuz süre içinde sizinle iletişim kuramazlarsa rüyalarınızda kurarlar. Bu rüyalar anlamadığınız sembolik mesajlar içerebilir veya henüz gerçekleşmemiş olay veya durumlara dair olabilir. İleride onlara başvurabilmeniz açısından rüyalarınızı yazmanız önemlidir. Bu mesajların size yardımcı olmak için gönderildiğini, kafa karıştırıcı olmalarının veya hemen gerçekleşmemelerinin nedeninin çevrelerindeki tüm olayların hâlâ hareket etmesi olduğunu bilin.
Meleklerinizden gelen mesajların alınması süreci son derece basit ancak çok zordur. Basittir çünkü içinize dönmenizi gerektirir çünkü mesajlar orada ikamet eder. Hepiniz Bir’siniz. Aynı Kaynak’tan geliyorsunuz, bu nedenle melekleriniz sizden ayrı değil –onlar sizsiniz. Sürecin zor olma nedeni ciddi oranda konsantrasyon ve sürekli meşgul akıllarınızı yatıştırıp meleklerinizin mesajlarını duyabilmek için korku, duygular ve dikkat dağıtıcılardan kendinizi arındırma niyeti gerektirmesidir. Bunu gerçekleştirebilmek için aşağıdakini deneyin:

Rahatsız edilmeyeceğiniz, dikkatinizin dağılmayacağı sakin bir yer bulun. Başlangıçta her gün aynı yeri kullanmaya çalışın, böylece kendinizi tanıdık bir yerde eğitebilirsiniz. İsterseniz oturun, isterseniz uzanın, nasıl daha rahat ediyorsanız. Niyetlerinizi oluşturmaya yardımcı olacaksa isterseniz mum yakabilirsiniz.
Rehber ve meleklerinizin mesajlarını dinleme niyetini belirleyin. Kendinizi beyaz bir ışıkla sarın ve ilahi korunma talep edin. Kendinizi spiritüel rehberliğe açtığınız için, yalnızca yüksek niyetli ve yüksek kaynaklardan gelen varlıkların alanınıza gireceğinden emin olmanız önemlidir. Yüksek kaynaktan gelen mesaj ve bilgide ve duyduklarınızda “mutlak açıklık” isteyin.

Gözlerinizi kapatın ve birkaç dakika sessizce oturun (uzanın). Çevrenizdeki huzuru ve durgunluğu fark edin. Şimdi nefesinize odaklanmaya başlayın. Nefesiniz yaşam hediyesidir ve çevrenizden bedeninize istemsiz şekilde aldığınız tek şeydir. Nefes yaşamınızın en önemli yanıdır –nefes almadan birkaç dakikadan uzun yaşayamazsınız. Bebekler bu boyuta ilk nefesleriyle girerler. Aldığınız nefesin Kaynak enerjisinin çevrenizdeki tezahürü olduğunu bilin. Nefes alırken yuce Allah’nın muhteşem enerjisini içimize çekiyoruz.

Bedeninizin tamamen gevşemesine izin verin. Bedeninizden çıkıyor olduğunuz, ruhun fizikselden ayrılıyor olduğu hissine kapılabilirsiniz. Bazı kişiler bunu hissedebilir, tamamen normaldir. Bazı kişilerse yalnızca çok rahat ve sakin hissederler.
Önünüze çıkan her düşüncenin kanatlarını açıp uçmasına izin vererek aklınızı tamamen sakinleştirin. Sürecin en zor kısmı burasıdır, aklın sakinleştirilmesi disiplin ve deneyim gerektirir. Aklınızı ego olarak düşünün. Gevezeliklerle kendini doldurarak Yüksek Benliğiniz üzerindeki kontrolünü kaybetmemeye çalışıyor. Sakinleşmesine, gelen her düşüncenin sizden nazikçe uzaklaşmasına izin verin.

İstediğiniz soruyu sorabilirsiniz. Ne soracağınızdan emin değilseniz meleklerinizden bu zamanda bilmeniz gereken bir şey söylemelerini isteyin. Spiritüel yolunuzdaki bir sonraki adımı dahi sorabilirsiniz.

Şimdi dinleyin. Başlangıçta tam olarak bir şey duymayabilirsiniz. Bu seanslar sırasında hiçbir şey duymayabilirsiniz de – mesajlar size daha sonra gelecektir. Bu uygundur. Bu egzersizin bir amacı rehberlerinize ve meleklerinize dinlemeye ve rehberliklerini izlemeye hazır ve istekli olduğunuzu bildirmek, diğer amacı da içsel varlığınıza, içinizdeki ışığa aklanmayı öğrenmenizi sağlamaktır. Onların huzurunda hissedeceğiniz “huzur” ve rahatlık içinde sadece var olun. Kiminiz sıcaklık ve karıncalanma, kiminiz muhteşem bir sevgi ve huzur duyacaktır. Bazılarınız bu muhteşem varlıkların huzurunda olmaktan kaynaklanan harika neşeyle ağlayabilir. Kendi sonuçlarınızı başkalarınınkilerle karşılaştırmayın. Her biriniz eşsizsiniz, bu yüzden her biriniz farklı deneyimler yaşayacak.
Bedeninize dönmeye veya sessizlikten çıkmaya başladığınızda meleklerinize sizin için gösterdikleri çaba ve yanınızdaki varlıkları için teşekkür edin. Sorunuza “yanıt” almadıysanız bile cesaretinizi kaybetmeyin. Gelecektir. Melekleriniz size yanıtları sağlayacak insan ve durumlarla iletişime geçmek için çok çalışıyor ve bu eşzamanlılık biraz zaman alabilir. Ayrıca inancınız ve mesaj duyma yeteneğinize güveniniz test ediliyor da olabilir. Bu nedenle anında sonuç alamasanız dahi sabırlı olun. Niyet ettiğiniz ve istediğiniz her şey size gelmek zorundadır. Evrensel Yasa böyledir.
Rehber ve meleklerinizin dili, sizin fiziksel alemlerde kullandığınızdan çok farklıdır. Onlar enerjisel ışık varlıkları olduklarından bizimle iletişim kurmak için kelimeler kullanmazlar. Aslında onlar sizin gibi konuşamazlar. Mesajları telepati veya başka insanlar yoluyla iletirler. Ama farklı bizim duymaya alışık olduğumuzdan farklı bir şekilde konuşurlar.

Yüksek titreşimlerdeki tek enerji koşulsuz sevgi enerjisidir. Bunu üçüncü boyutta deneyimlediğimiz sevgi enerjisiyle karıştırmayın. Bu koşulsuz sevgi enerjisinin dilidir ve onların dilini konuşmuyorsanız –tüm varlığınız koşulsuz sevgi düzeyinde titreşmiyorsa- onlarla iletişimde güçlükler yaşarsınız. Üçüncü boyuttaki sevgi kavramınız yargısal, ihtiyaç kaynaklı ve tamamen ego dayanaklı bir kavramdır. Koşulsuz sevgi korkudan, ayrılıktan ve egodan arınmış, kalp çakranızda yerleşik tam kabul ve güvendir. Koşulsuz sevgi deneyimi sizi meleklerinizle aynı titreşim frekansına yerleştirir.
Kahkaha diliyle konuşurlar.Melek mizah anlayışı vardır ve başımıza gelenin ne olduğuna inanırsak inanalım, Evrensel planda her şeyin uygun olduğunu bilirler. Özellikle meleklerin neşeyle saçılan çok hafif bir enerjisi vardır, bu nedenle mutluyken melek ve rehberlerinizin iletişim kurabileceği bir frekansta titreşirsiniz. Sürekli mutsuz, üzgün veya sinirliyseniz titreşim frekansınız onlarınkinden çok düşük olacağından destek isteklerinizi “duyamazlar”. En karanlık anlarınızda dahi rehberlerinizle titreşimsel olarak uyumlu olmak için içinizde neşe arayın.Bazen gelen oyle esprili mesajlar oluyor ki;gulumsemeden gecemiyorum...Hatta bazen meleklerime goz kirptigim bile olur..:))
Huzurun diliyle konuşurlar..Hayatımızdan hiç çıkmayan anlaşmazlık ve huzursuzluk tamamen üçüncü boyuta özgüdür. Bu nedenle rehber ve meleklerinizden rehberlik alabilmek için kendinizi sakinleştirmeyi öğrenmelisiniz. Tekrar ediyorum, bu iletişim kurabildikleri bir titreşim frekansı değildir ve kendinizle barışık değilseniz onları duyamazsınız. İçsel varlığınızı bulmak için içe döndüğünüzde sürekli huzur içinde olan Yüksek Benliğinizin bir parçasıyla iletişime geçersiniz. Huzur içinde değilseniz, korku titreşimiyle çalışıyorsunuz demektir. Bu nedenle kendinizi gün içinde kısa bir süreliğine dahi olsa sakin ve huzurlu hissetmek konusunda eğitmeniz önemlidir. Bu huzurlu merkezi bulmanıza yardımcı olacaktır. Zamanla çaba harcamadan kendinize huzurlu bir yer yaratmaya alışacaksınız. Tıpkı meleklerinizden gelen mesajları çaba harcamadan duymaya alışacağınız gibi.

Işık diliyle konuşurlar..Rehber ve meleklerinizin enerjisel frekansları fiziksel formu veya kütlesi olmayan ama yine de tüm varlığınızı ve Evren’deki tüm varlıkları dolduran ışık frekansıdır. Tek bir mum bile karanlık bir odayı ışıkla doldurabilir. Işıkla doluyken parlaklık yansıtır, Kaynak Işığını hayatınızın her alanına yayarsınız. Her insan varlık Yaratıcının Işığını dünya genelinde yaymak konusunda eşit önem ve sorumluluğa sahiptir. Herkeste karanlığı aydınlatma gücü vardır. Işıkta yürürken rehberlerinizin sizinle beraber yürüdüğünü bilirsiniz. Karanlıktaysanız size katılamazlar. Işığa dönmenizi beklemek zorundadırlar.

Tarafsızlık diliyle konuşurlar...Melekleriniz En Yüksek Hayrınız için çalışır. Bu hangi biçimde olursa olsun, sonuçlar konusunda tarafsızdırlar. Çünkü siz bu zamanda bilemeseniz bile onlar elinizdeki sınırsız olasılığı ve potansiyeli bilirler. Karşılaştığınız her bir durumun birden fazla çözümü vardır –gökteki yıldızlar kadar, onlardan da fazla çözüm olasılığı bulunmaktadır. Rehberlerinizden destek isterken, desteğin biçim veya formunu ya da size ulaşma yolunu da belirtirseniz rehberlik yetilerini ve sizi sonuca götürecek eşzamanlılığı yaratma yolundaki olanaklarını büyük ölçüde sınırlamış olursunuz. Sonuç konusunda taraflı olduğunuz sürece her düzeydeki gerceklesme alanını sınırlarsınız...

Örneğin, para istediğinizde melekleriniz paranın ilahi şekilde hayatınızda tezahür edebileceğini, hiç yoktan gelebileceğini bilir. Ama para ille de nakit veya çek olarak gelmez. Birinden hediye veya bir ihtiyacı karşılayacak beklenmedik bir kâr olarak da gelebilir... Iste bunler mucizedir ve tek yapmamiz gereken bunu fark edebilmektir...
Sizi tum hayat hediyelerinden tamamen koparabilecek tek şey bağışlamamanızdır. Hayatınız, hatta tüm hayatlarınız süresince ne olmuş olursa olsun, şimdi her yerdeki her şeyi ve herkesi bağışlama zamandır. Ancak bu şekilde tanrısallığınız gerceklesebilir... Karmanın kökü bağışlamamaktır. Ancak hayatınızın her alanında bağışlayıcılığınızı uygulayarak karmanızı iyileştirebilir, Kaynak’a yeniden bağlanabilir ve spiritüel alemlerle iletişim kurmaya başlayabilirsiniz.

Bağışlayıcılığı hayatınızın her alanında uygulama niyetinizi oluşturduğunuzda melekleriniz kendiniz dâhil, bağışlamanız gereken insan ve durumları karşınıza çıkarmaya başlayacaktır. Süreç biraz zaman alabilir ancak elbette bitecektir.Icinde bulundugumuz bu degisim zamanindaki en onemli mesaj, kendinizi ve başkalarını bağışlamayı öğrenmek zorunda olduğunuzdur. Ancak bu şekilde enerjisel titreşiminiz bilincin daha yüksek boyutlarına yükselebilir. Üçüncü boyutun amacı karmadır; üçüncü boyutun şifası bağışlayıcılıkta yatar. Bu nedenle bağışlayıcılık hayatın, huzurun, neşenin ve koşulsuz sevginin anahtarıdır.

Ve öyledir..Melekleriniz şifalanma sürecinizde size yardımcı olmak için buradalar. Sadece sizin için, yalnızca bu yaşamınıza dair özel mesaj ve rehberlikler taşıyorlar. Bu zamanda, burada çok özel bir nedenle, karmanızı iyileştirmek, daha yüksek bir bilinç boyutuna kaymak ve kendi tanrısallığınızla bağlantı kurmak, Kaynak’la bağınızı anımsamak için bulunduğunuzu bilin. Kendinizi Işık varlık olarak tanıdıktan sonra, kendiniz için “dünyadaki cennet”i yarabilirsiniz. Meleklerinizle iletişim kurmayı öğrenmek bu sürecin ilk adımıdır.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...