20 Eylül 2013 Cuma

Beyine zarar veren alışkanlıklar !…



(Beyine zarar veren alışkanlıklar)

1.  (Kahvaltı etmemek)
(Kahvaltı etmeyen kişiler, düşük bir kan şekeri seviyesine sahip olur. Bu durum beyin için yetersiz besin tedarik edilmesine ve sonunda beyin dejenerasyonuna yol açar.).
2.  (Aşırı yeme)
(Beyin arterlerinin sertleşmesine neden olarak, zihin gücünün azalmasına yol açar).
3. (Sigara içmek)
(Çoklu beyin büzülmesine neden olur ve Alzheimer hastalığına yol açabilir).
4.  (Yüksek şeker tüketimi)
(Çok fazla şeker proteinlerin ve besinlerin emilmesini durdurur ve dengesiz beslenmeye neden olur ve beynin gelişmesine engel olabilir.)
5. (Hava kirlenmesi)
(Beyin vücudumuzda en çok oksijen tüketen organdır. Kirli havanın teneffüs edilmesi, beyne giden oksijeni azaltır ve beynin veriminde düşüş yaratır).
6. (uyku yetersizliği)
(Uyku beynimizin dinlenmesini sağlar. Uykudan uzun vadeli yoksunluk beyin hücrelerinin ölmesini hızlandırır.)
7.  (Uyurken kafayı örtmek)
(Kafayı örterek uyumak, karbondioksit konsantrasyonunu arttırır ve beyne hasar veren etkilere yol açabilir.)
8. (Hastalık sırasında beyni çalıştırmak)
(Hasta iken çok çalışmak veya öğrenmek beyin etkenliğinin azalmasına yol açabilir ve ayrıca beyne hasar verebilir.)
9.  (Uyarıcı düşüncelerde eksiklik)
(Düşünmek beyin jimnastiği için en iyi yoldur, beyni uyaran düşüncelerin eksikliği beyin daralmasına yol açabilir. Çapraz bulmaca ve Sudoku iyi egzersiz sağlar.)
10. (Az konuşmak)
(Zihinsel sohbetler beynin etkinliğini geliştirir.)


19 Eylül 2013 Perşembe

Dolunay Geldi Hoş Geldi & Dolunay’ın Burçlara Göre Etkileri



Dolunay tüm duyguların açığa çıktığı olumlu yada olumsuz herşeyin aşikar olduğu zamanlardır. Dolunay bitişler kadar yeni başlangıçların vücut bulmasına olanak tanır. Tüm dengelerin Terazi’nin kefeleri misali dengelenmesi için ilahi irade tarafında her ay meydana gelir. Gelelim bu Ay’ın DOLUN haline… Tam Dolunay anına göre çıkartılan haritada Yükselen burç Yay, Güneş Başak Burcu’nda yerleşmiş.
Ay ise Balık Burcu’nda en ‘dolun’ halini yaşayacak. Şimdi tüm bu temalar ile doğan sevgili Dolunay’ımıza ‘iyi ki doğdun’ diyerek toplumsal olarak bizleri nasıl etkileyeceğine dair Balık DOLUNAY’ımızı yorumlayalım.
Ana göre çıkartılan haritanın yükselen burcunun Yay’da yerleşmesi umut dolu, iyi niyetli, inançlı, felsefesi olan bir yapı sergileneceğini gösteriyor. ASC dispozitörü Jüpiter’i Yengeç Burcu’nda seyrüsefer ederken tüm bu inanç sistemi ve iyi niyeti ikili ilişkilerimize yansıtacağımızı gösteriyor. Evlilik, ortaklık, ilişkiler konusunda ciddi gelişmeler yaşanabilir. Ciddi gelişmeler derken hepimiz cümbür cemaat evleniyoruz demek değil tabiî ki J Aslında Jüpiter iyimser yapısıyla ‘ilişkileri’ derinlemesine şifalandırarak, mercek altına alacak diyebiliriz.
Görülmeyeni bir filozof edasıyla görebilir, hem kendimizi hem karşımızdakini Yengeç Jüpiter’inin desteği ve duygusallığıyla empatik bir şekilde değerlendirebiliriz. Jüpiter’in aynı zamanda ‘iletişim’ evinden geliyor olması olaya ayrı bir boyut kazandırıyor. Çünkü, an haritasında bu evde DOLUNAY gerçekleşiyor. Şimdi burası oldukça önemli! İlişkimizdeki ‘iletişim’ mevzusu ciddi şekilde önem kazanıyor. An haritası diyor ki; ‘İletişim’ ile ilgili ilişkinizde yeni başlangıç ve bitişler yaşanabilir.
Şunu sorarım hepimize: Karşımızdakini dinliyor muyuz? Yoksa dinlediğimizi mi sanıyoruz? Dolunay’ın ‘İletişim’ evinde ve Balık Burcu’ndaki bu durumu iletişimsizliğin sesinin desibelini kulaklarımızı sağır edecek kadar yükseltebilir. Hem Yengeçvari bir duygusal patlamayla… Kulağa oldukça kötü geldiğinin farkındayım. Duygusal anlamda özümüzde bağlantıyı kestiğimiz çocuğun sesini dinleme zamanı. Tanrısal parçamızın sesini duyarak Allah’ın ‘Vedud’ esmasının tınılarını dinlemek gerekiyor bugünlerde. Çünkü içimizle kestiğimiz bağlantı dışımızla da bağlantı kanallarını kopardığımızı gösteriyor.
SEN NEYSEN DÜNYAN O’DUR felsefesini(yay) hayata geçirmemiz gerekiyor. Jüpiter-Merkür arasında exact 90 derecelik zorlayan bir etki mevcut bu anlamda. İletişimde abartılı, aşırı duygusal, aşırı empatik olabiliriz! Konuştuğumuz sözlere, verdiğimiz vaatlere DİKKAT! Empati kurmakla duygusal dramalar arasında ciddi farklılıklar vardır. İnandığımız değer kalıplarının ‘yanlış’ olduğunu görebiliriz. MC derecesine yapışık olan Merkür geçmiş zamanlardan getirdiğimiz diplomasi, politika, adalet duygularının ‘vicdanın’ sesi ile ters düştüğünü, mücadele edeceğini gösteriyor.
Bu oldukça ‘karmik’ bir etkiyi gösteriyor. İkili ilişkilerimize yansıttığımız toplumsal maskelerimizin yavaş yavaş yok olmaya yüz tuttuğu bir dönemdeyiz. Uzun süredir ‘kollektif’ bilinçaltımızda taşıdığımız ‘halef’ olma enerjisini yitirdiğimizi anlatıyor. İNSAN sadece ve sadece İNSAN olarak safi duygularımızı politika, fikirler, gelenekler, milliyetçilik adı altında yitirdiğimizi söylüyor gökler.
Başak-Balık aksında gerçekleşen bu DOLUN enerjisi adeta Tanrısal enerjinin rasyonelize olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Güneş’in haritada ‘dönüşüm’ enerjisini anlatan evden geliyor oluşuyla RUHSAL DÖNÜŞÜM’e atılan bir çentik denebilir. Değişim yoktur DÖNÜŞÜM vardır(!) Ay Düğümleri tüm bu ruhsal dönüşüme çanak tutacak. Çünkü, hedonist doğamızın ortaya çıkardığı tüm sahip olduklarımızı bırakmamız gerekiyor. 10. Ve 4. Ev akslarında meydana gelen bu oluşum kökler, gelenek, tarihi ‘bilinçaltı’ izlerinin tamamen temizlenmesi gerektiğini gösteriyor.
Zorlu bir etkileşim çünkü Boğa sabit bir burçtur, bırakmak istemez. Oysa, tepedeki Akrep’te gidilmesi gereken yönde artık yeni yöneticiler, fikirler, toplumun sahip olduğu tüm geçmiş ‘karmik’ yüklerin temizlenmesi gerektiği açıkça ortaya koyuluyor. Tüm bu temizlenme ‘ilişkiler’ yoluyla ‘politik’ ve ‘hukuki’ anlamda gerçekleşeceğini gösteriyor. Yönetim sistemi, kökten değişebilir. Sizden ricam İLİŞKİLER konusuna öncelikle ÖZ’ümüze ayna tutarak başlayalım. Uzun süredir tozlu paslı bir alana kilitlediğimiz ruhumuzdan öğreneceğimiz çok şey var. İçten dışa doğru giderek arınmaya başlayalım. Sahip olduğumuz maddi dünyaya ait tüm duygu ve materyal sahipliklerimizin yerini RUH’umuzun alma zamanıdır.
Pluton-GAD arasındaki 120’lik ‘geçmiş’ bağlılıklarımıza gitmenin kolaylığını gösteriyor. Oysa bilinen gerçekler bir zamanlar yoktular. İçimizdeki korku enerjisine sarılmayalım. Pluton korkulara sarılmayı kolaylaştırıyor. Korku ile beslenen geçmişimize ELVEDA diyelim bu DOLUNAY’da…
DOLUNAY’IN BURÇLARA GÖRE ETKİLERİ (Lütfen yükselen ve Ay Burcu’nuzu da OKUYUNUZ!)
#Koç Burcu: Duru görünüz ve derin hissedişleriniz artabilir. Maddi ve manevi rahatsızlıklarınız şifalanabilir. Dua, meditasyon ve ilahi irade ile bütünlük sağlayabileceğiniz kapılar açılacaktır. Gizli düşmanlıklar, sırlar ortaya çıkacaktır. İç aleminize dönerek sakin, dingin ve huzurlu birgün geçirmenizi öneririm.
#Boğa Burcu: Arkadaş gruplarınız, sosyal çevrenizle alakalı yeni gelişmeler meydana gelebilir. Sosyal çevrenizden gelecek destekler, yardımlar görebilirsiniz. Yardımlaşma enerjisini açığa çıkartma, yeni fikirler edinmek için uygun zamanlardır. Bazı arkadaşlıkların sonlanmasına sebebiyet verebilir. Bırakın mutlaka yenisi gelecektir(!) Yapmak istediğiniz herşey netleşecek, hedef belirleyeceksiniz.
#İkizler Burcu: Mesleki anlamda önemli gelişmeler yaşanabilir. Sorumluluk sahibi olmak, toplumsal statünüzün farkına varacağınız bu zaman diliminde aslolan patronun kendiniz olduğunu anlayacaksınız. Kariyer anlamında yön ve rotanızı net şekilde yöneticinizle paylaşmanız gerekiyor. Belki de kariyer anlamında yeni bir yöne doğru hayatınızın dümenini kırmak gerekebilir. Korkmayın evrenin bolluk ve bereket enerjisi her daim üzerimizdedir.
#Yengeç Burcu: Tanrısal bir yardım görmeniz mümkündür. Uzak yerlere seyahat edebilir, fikirlerinizi yayınlama kararı alabilirsiniz. Rüyalarınıza odaklanın. Yabancı insanlardan gelecek faydalar, beklediğiniz hukuki bir sürecin tamamlanması söz konusu olabilir. ‘Ben kimim’ sorusuna yanıt bulacaksınız.
#Aslan Burcu: Korkularınızla yüzleşebilirsiniz. Her neden korkuyorsanız geçmişten getirdiğiniz kodlarınızı bırakmanızı öneririm. Ölüm korkusu abartılı şekilde çoğalabilir. Aşırı sahiplenme ve kıskançlık duygularınızla yüzleşin. Ölüm, hastalık ve başımıza gelecek kaza, keder ve elem gibi her türlü durum hepimiz için geçerli.
#Başak Burcu: İkili ilişkilerle ilgili sürüncemede kalan konuların sonuca ulaşması söz konusudur. Karşılıklı empati, anlayış ve ilişkinin içerisinde geçtiği sınavlar söz konusu olacaktır. Dürüst olarak karşımızdaki kişilerle ‘İletişim’ kuralım. Unutmayalım; biz neysek; karşımızdaki O’dur!
#Terazi Burcu: Sağlık konusunda endişeli olabiliriz. Uzun süredir üzerinde durmadığımız bir sağlık problememiz varsa ortaya çıkabilir. İyileşmeniz için ortaya çıkan bu duruma hamd etmeniz gerekir. Hastalık hastası olmamaya DİKKAT etmek gerekir. Gündelik uğraşılarda iç sıkıntı, mükemmeliyetçilik yüzünden psikolojik rahatsızlıklar vuku bulabilir.
#Akrep Burcu: İlahi aşkın ortaya çıkışı olarak nitelendirebiliriz. Özünüzdeki dönüştürme yeteneği en üst oktavlarda kendini gösterecektir. Ayrıca yeni başladığınız ilişkileriniz sınavlardan geçecektir. Çocuklarla ilgili olarak ufak tefek sıkıntılar yaşanabilir.
#Yay Burcu: Aile, özel alanlarımız ve evimizle alakalı yeni süreçler yaşanabilir. Taşınma kararı alabilir, şehir değiştirebiliriz. Veya yepyeni bir ev satın almaya karar verebilirsiniz. Psikolojimizde yüzleşmekten korktuğumuz konuları gün yüzüne getirebilir. Aile büyükleri ile ilgili sürtüşme yada sağlık problemleri yaşanabilir.
#Oğlak Burcu: Yakın çevre ve kardeşlerle alakalı gelişmeler yaşanabilir. İletişim şekliniz daha derin ve merhametli bir hal alacaktır. Kollektif kaynaktan gelen bilgileri çevrenizden duyabilirsiniz. Mutlaka çevrenizi DİNLEYİN! Yazma, çizme, şekil verme ile ilgili tüm konularınızı tamamlayabilirsiniz.
#Kova Burcu: Maddi-manevi sahip olduğumuz herşeyi aşırı sahiplenme, yeni kaynakların ortaya çıkışı yada elde sahip olduğunuz şeylerin yitişi. Aşırı hırs ve sahiplenme güdüsü kişinin Dünyevi hırslarını arttırarak manevi alemden uzaklaşmasına sebebiyet verir. İlahi iradeyle arasına kalın ‘zan’ perdeleri örebilir.
#Balık Burcu: Empati ve duygusallığın en tepesinde olacaksınız. Çevrenizdeki insanlara şifa, huzur ve sakinlik getiren özel bir enerji aurasıyla çepeçevre kuşatılıyorsunuz. Hem kendinize hem karşınızdaki kollektif kaynaktan gelen sevgi, merhamet ve anlayışla yardımcı olabilirsiniz. Enerjiniz çok yüksek!
EN GÜZELE EMANET OLUN, HAYIRLARDAN HAYRIN KOLAYLIKLA GELMESİNİ TEMENNİ EDERİM.
GÜÇLÜ METİN DÖKÜMBİLEK

16 Eylül 2013 Pazartesi

Niye Ben?


“Niye Ben?” diye sorduğumuzda beklediğimiz cevaplar çeşitlidir. Kendinizi hiç kapana kısılmışçasına çaresiz ve bir o kadar da zayıf hissettiğiniz oldu mu? Dünyanın sanki sadece sizin üzerinizde baskı kurmaya çalışan dev bir mekanizması varmışçasına üzerinize geldiği, çevrenizin hatta ailenizin dahi bu baskıya eşlik eden olgular olduğu hissine kapıldınız mı?

dev-mekanizma
Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS`den ölmekteydi.Dünyanın her köşesindeki  hayranlarından mektuplar yağmaktaydı.Bunlardan bir tanesi şöyle  soruyordu:
“Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?”
Arthur Ashe buna şu cevabı verdi;
“Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar  5 milyon tenis oynamayı öğrenir,  500,000 profesyonel tenisi öğrenir,  50,000 yarışmalara girer,  5,000 büyük turnuvalara erişir,  50`si Wimbledon`a kadar gelir,  4`u yarı finale,  2’si finale kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı`ya “Neden ben?” diye hiç sormadım ve bugün sancı
çekerken, Tanrı’ya “Niye ben?” demeyi hiç düşünmedim bile.”
 “Niye Ben?” diye sorduğumuzda beklediğimiz cevaplar çeşitlidir. Bazen, içerisinde bulunduğumuz durumun vahimliğini arttırıcı nedenler bulmak isteriz. Bir nevi zavallı psikolojisiyle kendi kendimize bu işkenceyi etmek, hayata karşı bizi pasifleştirdikçe dik durma ve engelleri aşma yetimizi de yavaş yavaş yok eder. Bazen de, gerçekten çaresizce sorarız “neden?” diye. Her iki durumda da cevapsız kalacağımızı bile bile kör kuyuya taş atarız aslında.
Peki, o zaman “neden ben?” Neden ben sürekli idare eden taraf olmalıyım, kirayı ödeyen, acı çeken, çalışıp karşılığı alamayan, geceleri başımı yastığa koyduğumda içi içini kemiren “neden ben” olayım?
Peki ben de diyeyim ki, “neden siz olmayasınız?”
İlk başta bu “fevri” cümlenin biraz rahatsızlık verdiği doğru, ancak sonra felsefesine inince, gerçekten neden “ben” olmayayım ki? Dört dörtlük bir yaşamı tek bir istekle elde edecek bir yaşamı seçseydim, sanırım zaten dünyada olmazdım değil mi?
Daha önceki yazılarımda da sıkça bahsettiğim ve vurguladığım çok önemli bir değerimizi tekrar hatırlatmak istiyorum; “empati”. Empati, kelime anlamı olarak “duygudaşlık” olarak Türkçeye çevrilebilen bir olgu, insanoğlunun kapitalizme ve “bireycilik” gölgesine karşı sarılabileceği en doğal ve içten değeridir empati. Her sorunda yolunuzu aydınlatacak minik ateşböceklerini andıran umut silsileleri saçanın ta kendisidir empati.
Ve son olarak “niye ben?” sorusunun en büyük düşmanıdır empati.
WeOne
“We Are One” (Bir’lik) felsefesini az çok bilirsiniz. Birçok dinde, mezhepte, inanışta ve ritüelde ortak olarak bulunan “Tanrı’nın parçası, bütünün parçaları” şeklinde tasavvur edilen bir “gerçekliktir”. Gerçeklik diyorum, çünkü tümü sadece 5 saniyeliğine tüm dünyasal egolarımızı bir kenara bırakıp hissettiğimizde, aslında geldiğimiz yerin de, gideceğimiz yerin de aynı olduğu bilgisi DNA’larımıza kazınmış kadar gerçek hissettiriyor;  ancak o 5 saniyeden sonra zıpkın gibi “bir olmanın imkânsızlığı” bilgisi bizi esir alıyor.
O politikacıyla ben nasıl bir olurum?
O kadınla/erkekle benim neyim bir olur?
Gibi giden bir liste yapabiliriz…
Ama sonra yine 5 saniye testini yapınca, evet sevmediğim politikacıyla da, yan apartmandaki Hüseyin amcayla da, Madonna’yla da bir olduğum bilgisi gerçekten çok doğru hissettiriyor.
Peki, tüm bunların “neden ben?” sorusuyla ne ilgisi var diye soracaksınız, işte burada ben derim ki, “neden ben” diye soran kişi aslında siz değilsinizdir. Egonuzun salt bir şekilde sizin adınıza konuşmuş bir tezahürüyle karşı karşıyayız demektir. Çünkü yine derinlerde biliyoruz ki, sınandığımız bu dünyada “neden, niye, niçin?” diye sormanın çözümden çok uzak dolambaçlı yollara bizi sevk ettiği bir gerçektir.
vvvvvvvvvvvvvvvvvvv
Öyle bir süreçten geçiyoruz ki, bireysel düşüncelerimizi ve “kuruntularımızı” bir kenara bırakmamız gerektiği her geçen dakika daha belirgin bir hale geliyor.  Yeryüzü enerjileri ile ilgili çalışanlar bilir, benim de öğrendiğim kadarıyla “kolektif düşüncenin” en çok fark yaratabileceği ve yaşadığımız bu dünyayı daha iyi bir yer yapabileceği ihtimalinin gücü çok yüksek.
Peki, en azından bu geceden başlayarak sadece kendimizi değil de parçası olduğumuz bütünü sevmeyi ve onun için dua etsek? Tüm ırklarıyla, cinsiyetleriyle, seçimleriyle ve kesimleriyle. “Bir” olanı sevip onu yaşatmak için dua etsek, ne “niye benler”  kalır ne de bu soruları doğuran nedenler.

16 Eylül 2013 Astrolojik Bakış



Gökyüzü bugün oldukça hareketli bir haftaya başladığımızın sinyallerini veriyor. Psikolojik ve fiziksel anlamda çok fazla enerjinin açığa çıktığı gezegen etkileri mevcut. Ay-Güneş arasında ‘biquintile’ tabir ettiğimiz açılanma eril ve dişil enerjilerin sıradışı bir etkileşim içerisinde ortaya çıkacağına işaret ediyor. Psikolojik bağlamda değerlendimek gerekirse ‘ruhsal’ tarafımızın ‘ilahi irade’ tarafından destekli olduğunu söyleyebiliriz.
Dünyasal olayları(Ay) değerlendirirken ‘ilahi irade’(Güneş) tarafından aydınlatılmış olduğumuzu söyleyebiliriz. Kendinizi bir elma çekirdeği olarak düşünün. Bir elma çekirdeğini toprağa gömerseniz elma ağacı olacaktır. Uygun koşul ve şartlar sağlanırsa(!) Bu açıda zorlanmadan ortaya çıkan ruhumuzun sahip olduğu parlayan güzellikleri ortaya çıkartmamıza kolaylıkla yardımcı olabilmesidir. Elma çekirdeği elma çekirdeği olabileceğini bilir; şüphe duymaz, kendisini elma ağacı olmak için zorlamaz sadece OLUR(!) Başak-Kova aksında ortaya çıkan bu özel etkileşim Güneş(Başak) ‘ilahi irade’ Ay(Kova) ‘devrim, değişim’  burçlarında meydana geldiği için devrimsel nitelikte ortaya çıkabilecek yaratıcı kuvvelerin ortaya çıkışını müjdeliyor.
Bilinç düzeyinde bir aydınlanma olarak nitelendirilebilecek bu etki kanımca ‘özel’ zamanlara işaret ediyor. Büyüyen Ay fazında meydana gelen bu etkileşim Başak enerjisi ile oldukça uyumlu. ‘Hasar zamanları’ yani ‘karmik’ enerjilerin şekilleneceği bir alana girildiği etkisini yayıyor. Farkedebilen kişiler için elbette…
Uranüs-Merkür karşıtlığı bu enteresan açılanmaya kollektif bir enerjiyle dokunarak sıradan düşünme kalıplarının yıkılarak toplumsal fikirlerin genele yayılacağının sinyallerini veriyor. Merkür-Ay arasındaki açılanma sayesinde iletişim, yazma, konuşma gibi konularda ‘olumlu’ gelişmeler yaşayabileceğimizi anlatıyor.
Ay-Venüs etkileşimi ilişkiler konusunda zorlayan, irdeleyen, risk alan yapıda olunacağını gösteriyor.
Kova-Akrep enteresan bir işbirliği sağlar astrolojide. Antik çağ astrolojisi olarak konuya yaklaşmak istiyorum. Kova-Akrep aksı anticia olarak birbirlerini görürler. Dolayısıyla, burada zorlayan bir enerji olsa da ‘kavuşum’ gibi çalışabilir. RİSK unsurları DİKKAT çekebilir! İlişkilerde ahlaki yapının bozulması, kirlenme gibi durumlar ortaya çıkabilir. Aniden ortaya çıkacak tehlikelere karşı temkinli olmakta fayda var.
Ay-Mars karşıtlığı tüm bu etkiye agresyon, kısıtlanma getirebilir. Bu kısıtlanma daha çok fikirsel anlamda kendini gösterecektir.
Ay-Satürn arasındaki zorlayan enerjiyle tüm bu etkiyi kısıtlayıcı bir şekilde hissedebiliriz. Ay (halk) ciddi şekilde zarar gören etkiler altında kıstırılmış bir durumda kendini gösteriyor. Tek çıkış yolu bireysel anlamda özümüzdeki TANRI ÇEKİRDEĞİ’ni keşfedebilmekten geçiyor.
Ay-Uranüs arasında destekleyen etkiler tam bu noktada ani halk direnişleri, toplumsal patlamaları tetikleyecektir. Bireysel anlamda haritamızda tetiklenen noktalarda ani, beklenmedik, sarsıcı durumlar yaşamamız mümkündür. Ay Düğümleri böylesine zorlayan etkiler alıyorsa derim ki; kadersel, geri dönüşü olmayacak durumlara hazırlıklı olalım.
Uranüs-Mars arasındaki rahat enerji akışı Dünya genelinde meydana gelecek saldırı, bombalama gibi olayların meydana geleceğini gösteriyor. Venüs-Satürn arasındaki kavuşum enerjisi üzerimize yük olan tüm ‘ilişki’ kalıplarını altüst ederek, ortadan kaldıracak. Ülkemiz anlamında sanat, eğlence, yeraltı dünyasından bir kayıp haberi alabiliriz.
Pluton-Satürn arasındaki etkileşim sebebiyle tüm bu etkiler kaba kuvvet, şiddet, baskı, acı verici bir dönüşüm dönemine zemin hazırlayacaktır. Zorlayan enerjilerin yoğun olarak yaşandığı kollektif bir ‘arınma’ sürecinden geçiyoruz. Değerlendirme ve farkındalık düzeyimiz oranında olayları yaşıyoruz. İlahi irade’nin bir parçası olduğumuzu unutmadan, özümüzdeki ışığa odaklanalım. Ruh temizdir, saftır. Biz ‘İLAHİ İRADE’ nin bir parçası olduğumuzu unutarak kendimizi et beden olarak değerlendirdiğimiz zaman buraya geliş amacımızdan sapıyoruz. NE İSEK; O’NU DENEYİMLİYORUZ! NE EKSİK NE FAZLA! O yüzden kendi içimizden başlayarak ‘DÖNÜŞELİM’… Bu güç hepimizde mevcut…
En güzele emanet olun, hayırlardan hayrın kolaylıkla gelmesini dilerim….
Güçlü Metin DÖKÜMBİLEK
The post 16 Eylül 2013 Astrolojik Bakış appeared first on Okyanusum.com.

14 Eylül 2013 Cumartesi

Mutlak Sıfır Noktası: Deve İğne Deliğinden Geçer mi?


Ocak 2013′te Almanya’da mutlak sıfır noktasının altına inildiği açıklandı. Mutlak sıfır ile Kuran-ı Kerim’de bahsedilen devenin iğne deliğinden geçmesinin bir bağlantısı var mı? Elbette var, çünkü “Mutlak Sıfır Noktası”nın altına inmek ile deveyi iğne deliğinden geçirmek aynı zorlukta idi… Ve inildi, yani deve iğne deliğinden geçti…
Almanya’nın Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden fizikçi Ulrich Schneider ve araştırma ekibi, potasyum atomlarından oluşan bir ultra-soğuk kuantum gazıyla, mutlak sıfır sıcaklığının altına inmeyi başardı. Bu kuantum gaz, mutlak sıfırın üzerinden, mutlak sıfırın altına, 1 Kelvinin milyarda biri kadar bir sıcaklıkla indi ve Almanya o an dünyadaki en soğuk nokta olmayı deneyimledi. Deneyde, Lazer ve manyetik alan kullanılarak gazın atomları hapsedildi ve en düşük enerji durumuna getirilen atomlar, sıcaklığın 0 Kelvin’in altına inmesiyle birlikte beklenmeyen bir şekilde en yüksek enerji durumuna geçti.
Bu deneydeki mutlak sıfır altında enerjinin birden artması durumunun bir vadi boyunca yürürken, birden dağın tepesinde olmak gibi bir şey olduğu ifade ediliyor.

Bir şey ne kadar sıcaksa dışa doğru o kadar genişler ve ne kadar soğuksa o kadar büzüşür…

Peki, çok düşük sıcaklıklarda bu büzüşme, enerjiyi durdurur mu?
Evet… “Mutlak sıfır noktasındaki soğuklukta parçacıklar hiçbir enerjiye sahip olamaz”
Mutlak sıfır noktası, Kelvin’in 1800’lerde tanımladığı, enerjinin de sıfır olduğu bir noktadır. Bu noktaya 0 Kelvin deniyor. (-273,15 santigrat) Bu derecede Atomların davranışları değişip, kuantum yasaları işlemeye başlıyor.  CERN deneyinde kuantum düzeye inmek için çarpıştırıcı içinde uygulanan sıcaklık -273’tür.
(Not: Evrendeki en düşük sıcaklıkların, galaksiler arasındaki boşlukta yer alması beklenir. Örneğin, dünyadan 5000 ışık yılı mesafedeki Boomerang Nebula’sındaki sıcaklığın -272 santigrat (1.15 K) olduğu belirlenmiş bulunuyor.
buz (2)
En düşük sıcaklık sadece en düşük enerji anlamına gelir. Elektronlar en düşük enerji seviyesinde bulunduklarında bile, elektronların çekirdek çevresinde dönme hareketleri devam eder. Mutlak sıfırdaki bir maddenin atomlarının yaptığı sıfır noktası hareketi, bir kuantum hareketidir. Hareketin varlığı cismin fiziksel özelliklerini çok küçük oranda değiştiriyor.
Kelvin’de bile bir hareket olmasına rağmen, bu hareket bir dirence neden olmuyor.
Sıfır nokta hareketi bildiğimiz anlamda hareketten oldukça farklıdır. Sıfır noktası hareketinin varlığı ile yokluğu arasındaki farkı anlamak olanaksızdır. Kısaca, Mutlak sıfır sıcaklığındaki bir madde (metal), sıfır dirence sahiptir. Çünkü atomların titreşimlerinden kaynaklanan direncin temel nedeni, akım taşıyan elektronların atomlara “çarparak” hareket yönlerini değiştirmesidir. Bu çarpışmalar ne kadar fazlaysa ve ne kadar büyük oranda yön değiştiriyorsa direnç o kadar büyük olur. Mutlak sıfır sıcaklığına sahip bir metalden geçen düşük enerjili bir elektron, atomlarla her iki şekilde de “çarpışamayacağı” için, saçılmadan yoluna devam eder. Yani olayda sıfır direnç vardır.
Öyle ki, böyle bir durumda, kocaman bir deve, bir iğne deliğinden geçebilir.  (Yelicel cemelu fî semmil hiyât. Araf 40)
Teoremsel olarak açıklanan bu kuantum noktaya inebilmek mümkün müdür, inilirse ne olur? Bu noktada madde madde olarak kalabilir mi? Bu noktadan aşağıya daha düşük sıcaklığa inildiğinde enerjiler hangi duruma geçer? Enerji, yani entropi sıfıra indikten sonra eksi değerlerde ilerlemeye devam eder mi? Yani enerji için de + sonsuzdan – sonsuza gidiş mümkün müdür? Öyle ya matematik yasaları gereği sıfırın altında eksi değerler devam eder. Bu matematik yasası enerji için de geçerli midir?
Bu sorulara cevap vermek mümkün değildi pratik olarak, çünkü -273’ e inilemiyordu. Bu yılın (2013) Ocak ayına kadar…
zero (1)
Almanya Ocak ayında en soğuk noktaya sahip oldu ve Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden fizikçi Ulrich Schneider ve çalışma arkadaşları, potasyum atomlarından oluşan bir ultra-soğuk kuantum gazıyla, mutlak sıfır sıcaklığının altına inmeyi başardı. Bu kuantum gaz, mutlak sıfırın üzerinden, mutlak sıfırın altına, 1 Kelvinin milyarda biri kadar bir sıcaklıkla indi ve Almanya o an dünyadaki en soğuk nokta olmayı deneyimledi.
Deneyde, Lazer ve manyetik alan kullanılarak gazın atomları hapsedildi ve en düşük enerji durumuna getirilen atomlar, sıcaklığın 0 Kelvin’in altına inmesiyle birlikte beklenmeyen bir şekilde en yüksek enerji durumuna geçti.
Bu deneyde kullanılan atomlar gibi atomların oluşturduğu bulutlar, normal yerçekimi ile aşağı doğru (Dünya merkezine doğru) çekilirken, bulutun bir parçası mutlak sıcaklığın altındaysa, bazı atomlar yerçekimine meydan okuyarak, yukarı doğru hareket edebilir.
hourglass (1)
Bir gazın yerçekiminin tersine hareket edebilme özelliği olması demek, evrende madde olarak pozitif durumda bulunan tüm sistemin tam karşıt tarafta da enerjiye sahip olup eylemde bulunması demek. Yani karşıt bir negatif varoluş ve enerji mevcudiyeti mümkün. (Bu noktada Halaka’l-Ezvâc kelimesini akla getirmemek mümkün değil)
Bu evrende + sonsuza doğru sürüp giden bir entropi olduğu gibi negatif tarafta da bir entropi olduğu sonucu çıkıyor bu deneyden. Çünkü bu deneydeki mutlak sıfır altında enerjinin birden artması durumunun bir vadi boyunca yürürken, birden dağın tepesinde olmak gibi bir şey olduğu söyleniyor.

Gerçek Parçacıklar ve Sanal Parçacıklar

Paul A.M. Dirac, boşluğun negatif enerji yüklü elektronlarla dolu olduğunu ve evrende pozitif enerji yüklü elektronların var olabilmesi için bu negatif enerji yüklü elektronların olması gerektiğini ortaya çıkardı. “Bir başka deyişle, uzay boşluğu madde olarak ortaya çıkmayan, potansiyel niteliği taşıyan anti maddeden yapılmış pozitron elektronlar barındırır.” Bu pozitron elektronlar sanaldır. Yani soyuttur.
Not: Paul Adrien Maurice Dirac (8 Ağustos 1902 – 20 Ekim 1984), İngiliz fizikçi ve matematikçi. Kuantum fiziğinin kurucularındandır. Diğer önemli keşiflerinin yanında fermionların davranışını açıklayarak antimaddenin keşfine olanak veren ve kendi adı verilen Dirac eşitliği’ni yaratmıştır. Dirac 1933 Nobel Fizik Ödülü’nü Erwin Schrödinger ile paylaşmıştır.
Uzayın boşluğunda bulunan dönen, sanal, negatif enerji yüklü, anti maddeden yapılmış olan potansiyel enerji (pozitron) elektronları vardır. Bu sanal parçacıkların her birinin bir hafızası vardır ve bedendeki gerçek dönen parçacıklarla etkileşim içindedirler.
antimateriya
Cansız olan, pozitif enerji yüklü parçacıkların, sanal, negatif enerji yüklü parçacıklarla birleşmesiyle karşılıklı etkileşimi sonucu yaşam ortaya çıkar. Gerçek parçacıklar pozitif enerji yüklü olup dünyalıdır. Sanal negatif enerji yüklü parçacıklar ise uzay boşluğundan gelir ve takyonik yapıdadır. Bu parçacıklar bedenin yaşamı boyunca bedenle beraber iken, bedenin ölümü ile bedeni terk ederek tekrar boşluktaki yerine döner. Bu sanal parçacıklar, bing – bang’la yaratılmış, evren yok olana kadar da evrende var olmaya devam eder. Ki üstelik buna ruh dendiğini söyler Dirac…
Negatif mutlak sıcaklığın kütle çekimine karşı evreni genişleten, gizemli karanlık enerjinin davranışlarını belirleyebileceği düşünülüyor. Atomlardaki bu davranış farklılığının, karanlık enerji gibi bir kozmolojik olguyu çözebileceği tahmin ediliyor.
Mutlak sıfır noktasının altına düşen sıcaklıkta elektronlar enerjilerini artık bizim boyutumuzla paylaşmıyor başka bir boyuta geçiyorlar. Bu geçiş sırasında arada kalan bir perdenin aşılması söz konusu. Bu perde aslında, mutlak sıfır noktası dediğimiz -273 derecenin ta kendisi gibi görünüyor.
deve

Mutlak Sıfır Noktası ve Cimâletun Sufrun

Bu noktada atomların direnç göstermiyor olması, maddenin içinden kütlelerin geçip gidebilmesine izin verir, tıpkı bir devenin iğne deliğinden geçmesinin mümkün olması gibi… Hem İncil’de hem Kur’an’da geçen bu deyim üzerinde çok tartışmalı açıklamalar olmuştur.
Ke ennehu cimâletun sufr(sufrun). Sanki o peş peşe gelen sarı erkek develer (halatlar)gibidir. (Mürselat 33)ve lâ yedhulûnel cennete hattâ yelicel cemelu fî semmil hiyât(hiyâti)  Deve (veya urgan) iğne deliğinden geçmedikçe cennete giremezler. (Araf 40)Devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin tanrı egemenliğine girmesinden daha kolaydır. (matta 19:24)
Cemel kelimesinin erkek deve anlamında olması anlaşılamaz (!) bulunup pek çok tefsirde deve yerine sarı halatlar demenin daha doğru olduğu savunulmuştur. Erkek deve kelimesinin, eksi yüklü elektronlar kelimesi ile anlamsal benzeşi göstermesi, artı yüklü pozitron elektronların perdenin öbür tarafında olması bilgisini bir tarafa koyup düşünmek gerek.  Eksi (- ) Enerjinin eril ve dünyasal, artı (+) enerjinin de dişil ve ruhsal-tanrısal olarak biliniyor olması tesadüf müdür?
Kavramların cinsiyetli ve hep çift olduğu Kur’an’da, erkek devenin karşıtı olan “Allah’ın dişi devesi” kelimesinin geçtiği sureler olan Araf, Hud, Şuara, Kamer, Neml’dir ve hepsinde kıyamet yaşayıp yok olmuş kavimler anlatılır.
“Ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın dişi bir devesi. Bırakın onu, Allah’ın arzında yayılıp otlasın. Ona kötülük dokundurmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar. Derken onu kestiler. Salih dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir. Zulmedenleri o korkunç uğultulu ses yakaladı da yurtlarında diz üstü çökekaldılar.  Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki Semûd kavmi Rablerini inkâr etti. Bilin ki Semûd kavmi Allah’ın rahmetinden uzaklaştı.” Hud 64-65-67-68
Diyanet vakfı anlatımına göre Semud kavmi oldukça çalışkan ve yaratıcı bir halktır. Dağlardaki kayaları ve mermerleri kesip biçmişler, yontma taşlardan saraylar, binalar, havuzlar ve güzel evler yaparak ülkeyi mamur etmişlerdir. Söylendiğine göre tarihte kaya ve mermerleri ilk kez yontma sanatını Semûd kavmi bulmuş ve bu kavim binyediyüz kadar şehir yapmıştır. Ve korkunç bir ses ile yok olmuşlardır.
zeropoint
Bu bilgi sonrası, Semud  kavmi de kuantumsal deneyler mi yaptı acaba diye düşünmekten kendimi alamadım açıkçası. Devenin  yük taşıyıcı olması ve eksi ile artı yük taşıyan elektron ile pozitron kavramı, erkek deve, dişi deve kavramı ile mi  açıklanıyor acaba diyerek de arkasını getirdim gayri ihtiyari…
Üstelik İslam’ın ilk tefsircisi olan Ferra’nın, Cimâletun kelimesinin “Toplanma” anlamına geldiğini söylemiş olduğunu bilince işler iyice karışıyor. Türkçeye de “cümleten” diye geçenCimâletun kelimesi toplanmak, Sufr ise sıfır anlamında alındığında, “Mutlak Sıfır Noktası” olarak bir açıklama ortaya çıkıyor.
(Not: Arapça’daki es-Sıfr Sanskrit kökenlidir ve boş şey anlamındadır, es-Sufr veya es-Sıfr bakır anlamında da kullanılmıştır. Renk ifade etmesi nedeniyle Safran kelimesinin kökü olarak sarı renk anlamına da gelir.)  

Yahya b. Ziyâd el-Ferrâ Kimdir?

(ö. 207/822) Arap dili ve tefsir âlimi. 144 (761 -62) yılında Kûfe’de doğdu. Baba tarafından Benî Minkâr’ın veya Be­nî Esed’in azatlısı bir aileye mensuptu. Çocukluğu ve ilk tahsil yılları Kû­fe’de geçti. Bu lakabın ona kelâmı (söz) tahlil ve tetkik ettiği için (yefri’l-kelâm) veril­diği söylenmektedir. Arapça dilini en iyi bilen ve inceleyen âlim olarak kabul edilir. 
Cimâletun Sufrun kelimesinin geçtiği sure olan Mürselat’ta: (Gönderilen Kuvvetler)
İntalikû ilâ mâ kuntum bihî tukezzibûn, intalikû ilâ zıllin zî selâsi şuâb, Lâ zalîlin ve lâ yugnî minel leheb, İnnehâ termî bi şerarin kel kasr, Ke ennehu cimâletun sufr, Veylun yevmeizin lil mukezzibîn, Hâzâ yevmu lâ yentıkûn, Ve lâ yu’zenu lehum fe ya’tezirûn. (Murselat 29 – 36)
Haydi boşalıp (gidin) o yalan dediğinize, haydi boşalın (gidin) bir üç çatallı (üç kola ayrılmış) gölgeye; ne gölgelendirir, ne de alevden korur. O, saray gibi kıvılcımlar atar. Sanki o kıvılcımlar, sarı sarı (erkek deve sürüleridir). O izin gününü yalanlayanların vay haline. Bugün, konuşamayacakları gündür. Kendilerine izin de verilmez ki, özür beyan etsinler.”
Şimdi bu sureye bir de bu bilgilerden yola çıkarak baktığımızda şöyle bir anlama dizini ortaya çıkabilir:
Hadi, inkâr ettiğiniz, yalanladığınız, kopup geldiğiniz şeye doğru boşalıp gidin. Bu toplanma – odak noktasından üç ışınlı-kıvılcımlı kol ayrılır ve yüksek-büyük şerareler ile uzanan, ışıklı salınımlar atar – solur. Orada gölge ve ışık yoktur. Orası her şeyin toplandığı mutlak sıfır noktası gibidir. O ayırım noktasında konuşulamaz, idrak ve ifadeye izin yoktur.”
beam
Surenin tamamının bütünlüğü içinde Cimâletun Sufrun kelimesi, Mutlak Sıfır Noktası olarak algılandığında, surenin anlattığı cennet-cehennem boyutu,  Fasl yani ayırma günü ya da noktası ve o noktada gölge ve ışığın olmaması, konuşulamaz olması, idrak ve ifadenin olmaması gibi tanımlar bir bütünlük içeriyor.  Yine aynı surenin içinde “Hayy ve Mevt” hali (titreşen – titreşmeyen, canlı – ölü) kavramının olması dikkat çekicidir. (Tıpkı mutlak sıfır noktasında elektronların titreşmemesi gibi)
Selasin Şuab kavramının ise, big bang sırasında üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüşme olabileceği düşünülürse Kur’an ile kozmik ve fiziğin ne kadar iç içe olduğunu görmemek mümkün değil. Arapça kelime kavramlarını bugünün algı ve bilgi seviyesiyle sıfır noktasından yani bütün eski bildiklerini unutarak okumak, bu evrensel kitabı çok başka boyutlara taşıma cesaretini içeriyor. Ve artık bunu yapmak gerek bence…
igne2
Deve iğne deliğinden geçer mi sorusunun cevabına gelince… Evet, deve iğne deliğinden geçer… Hangi koşulda geçer, Cimâletun Sufrun’da geçer:) Ben demiyorum Ulrich Schneider diyor ve ekliyor; o erkek deve (elektron- üstelik sıra sıra dizi dizi) mutlak sıfır noktasını geçtikten sonra da en yüksek enerji seviyesine yükseliyor… Elbette bu evrenin değil, başka bir boyutun entropisi içinde… O boyut; karanlık enerjinin ya da antimaddenin, ya da “Soyut” olanın boyutudur… O boyutun ardında Cennet mi cehennem mi var, işte o bize henüz Gayb… Geçince idrak edecek miyiz? Allah idrak edeceğimizi ve pişmanlıklarımız olacağını buyuruyor. Her nefse bu dünyada hidayet eylesin Rabbim… Diyor ve önce Allah’ın sonra tüm din âlimlerimizin affına sığınıyorum, tabii ki tüm bu yazdıklarım ve düşündüklerim nedeniyle…


13 Eylül 2013 Cuma

KENDİ ZİHİN HAPİSHANENİZDEN NASIL KURTULURSUNUZ?



Herkesin zaten dingin olduğu söylenebilir.  Dinginlik oradadır. Bulunması gerekmez bile. Yaratılması da gerekmez. Çünkü zaten oradadır. Sadece siz bunun farkında olmayabilirsiniz.
Eğer çok fazla zihinsel gürültü varsa o zaman fark etmezsiniz. Ama oradadır. Ayrıca düşüncenin hareketinden çok daha derinlikte olan içinizdeki boyutu da fark etmezsiniz. O zaman tüm kimliğiniz düşüncenin hareketine bağlıdır. Zihin benlik duygusunu yarattı. Sadece kişisel bir geçmişten başka bir şey değil. Yakında da sona erecek. Yakında. Gelecek yıl ya da 40-50 yıl içinde. Yakında. Yani kim olduğunuz ve dinginlik aynı şeyler. Ve eğer bu çılgın dünyada hala delirmediyseniz, bu demektir ki içinizdeki dinginliğe bir şekilde erişiminiz var. Bu erişim sonrasını  hatırlamıyor olabilirsiniz çünkü hatırlanabilir değildir. Çünkü dinginlik zamansızdır ve zihin bunu hatırlayamaz. “Ah bu çok ilginçti, bunu hatırlayacağım” diye düşünemez. Çünkü dinginlik ilginç değildir. İlginçlik zihinle alakalıdır. Ama ilginçlik nihai-mutlak değildir. Sadece insan zihni için nihaidir. Buradan çıkıp bir ağaca, çiçeğe ya da gün batımına bakabilirsiniz. “Gün batımı ilginç” diyebilir misiniz? Sadece gün batımıyla ilgili doktora yapıyorsanız  ve onu analiz etmeniz gerekirse dersiniz. Ya da meşe ağacı. Meşe ağacı siz onu zihinsel olarak analiz etmeye başladığınızda ilginç olur. Tabi bunun da bu boyutta bir yeri vardır; ancak ve ancak şeyleri küçük parçalara bölüp analiz ederken bu boyutta sıkışıp kaldığınızda. Ki bu arada çoğu analizlerde önce o şeyi öldürmelisiniz ya da analiz esnasında ölür. Ama sadece meşe ağacıyla olursanız, seyrederseniz, gerçekten bakarsanız, o zaman baktığınız şey ilginç olmanın çok daha ötelerine geçer. Gün batımında da böyledir. İlginç bir şey yoktur. Ama yine de büyüleyicidir.
Zihnin analizine meydan okuyan derinlikler kadar derindir. Analiz ettiğiniz an onu sönük-cansız bir şeye indirgemiş olursunuz. Uygarlığımızdaki pek çok insan çok uzun süredir bu boyutta sıkışıp kalmış durumdadır. Bu boyutta şeyler kişilerin bilinçlilik alanına girer girmez onları analiz ederek, yorumlayarak ve etiketleyerek ele alırlar. Bunu insanlara ya da aniden verdikleri kişisel tepkilerle karşılaştıkları durumlara yaparlar. Doğaya bunu yaparlar ve artık doğadaki kutsallığı algılayamazlar. Çünkü doğaya sadece düşünerek yaklaşırlar. Bu içine düştüğünüz korkunç bir hapishanedir. Kendi zihninizin hapishanesi. Tüm hayatınızı buradan ele alırsınız ve tüm yaşantınız zihninizdeki kavramsal bir gerçekliğe indirgenmiş olur. Buna şeyler hakkındaki düşünceleriniz, görüşleriniz ve hatta bilgi denen şey de dahildir. Bilgi etiketlenmiş bir fikirdir. Bir şeyleri bildiğiniz vehmini yaratır. Ama hepsi sizin bir şey üzerine verdiğiniz fikirdendir. Sonrasında derinliğini ve canlılığını yitirir. Siz de düşünce perdesi vasıtasıyla gerçeklikle bağlantı kurmaya başlarsınız. Kendinizle de düşünce perdesiyle bağlantı kurarsınız. Çünkü gerçek kimliğiniz kavramsal, düşünce temelli, egosal bir kimliğe; kendisini gerçekleştiremediği bir kişisel geçmişi, tutkuları, korkuları, öfkeleri ve umutları olan ben’e dönüşür.  Bu ben de bir türlü tatmin olmayan benlik hissinin mutlak tatminini geleceği temel alan bir hikayede bulur. Bunlar da yine düşünce şeklidir. Gelecek budur. Düşüncesi dışında, kimse gelecekle karşılaşmamıştır.
Ama yine de pek çok insan farkında olmaksızın şu andan, yani var olan tek andan, sonraki anın daha önemli olduğu düşüncesiyle yaşar. Asla kaçamadığınız ve kaçamayacağınız “şu an”, sizin olduğunuz yaşamdan ayrılamaz. Ayrıca dinginlikten de ayrılamaz. Çünkü dikkatinizle “an” da olduğunuzda, dinginlik ortaya çıkar. Şu “an”ın temeli, her ne kadar yüzeyde çılgın da görünse, her zaman dinginliktir. Ayrıca kutsallıktır. Kutsal boyutun bulunabileceği tek yer. “An”da bulunmak zorundasınız. Yaşamın kutsal olduğunu anlamak için bu “an”a uyanmak zorundasınız. Düşüncede kaybolduğunuzda, “kutsal” anlamsızdır. Kendisiyle oynayabileceğiniz başka bir kavram olabilir ve kendisiyle hiç karşılaşmadan bu konuda doktora yapabilirsiniz. “Şimdi”nin derinlikleri sizin varlığınızdan, yaşamınızdan ayrılmazdır. Kutsal olan yaşamdır.
Eckhart Tolle
Çeviren : Sıdıka Özemre


11 Eylül 2013 Çarşamba

11 Eylül 2013 Astrolojik Bakış



Ay-Merkür arasında hasıl olan destekleyici etkisi yüksek enerjiler din, felsefe, politik konular, vicdan meselelerinin genel anlamda gündeme getirebilir. Terazi-Yay aksında meydana gelen bu destekleyen enerjiler Ay Yay(halk vicdanı) ve Merkür Terazi(adalet) konularında oldukça etkin bir süreci başlatıyor olacak. Haklarımızı adaletin vicdanlı ellerine teslim edicez. Uranüs-Merkür arasındaki zorlayan enerjiyle kitlesel bazda hareket, saldırı, aşırı agresyon işin içine karışabilir. Kitleleri etkileyecek durumların vuku bulmasına sebebiyet verebilir.
Bireysel anlamda haritalarımızda vurgulandığı alanlarda fikir, düşünce, felsefe, inanç gibi konularda sorgulayan bir kafa yapısı içerisinde olacağımızı söyleyebiliriz. Ay-Mars etkinliği tüm agrese olmuş duygu durumuna daha da bir hareketlilik katarak Aslan Burcu’nda ki yerleşiminden hareketle ‘organize’ olma hali katabilir. Kitlesel anlamda gruplaşma, ortaya çıkma, gözönünde gerçekleşecek bir toplumsal ‘isyan’ haline dönüşebilir. Ay-Neptün zorlayan etkileriyle idealize edilen herşeyin hallaç pamuğu misali karmakarışık bir hal alacağını, amaçlanan konudan sapılabileceğini gösteriyor.
Türkçe meali ‘hak aranırken aslında söylenmek istenen konunun kafa karışıklığı yaratacağı, hedefe ulaşmakta zorlanacağını’ söyleyebiliriz. Çünkü, Neptün ‘bulanıklık’ hali yaratabilir. Ayrıca Neptün sıvı, gaz gibi etkileriyle ile de meşhur olması yukarda bahsettiğim durumun geçmişte yaşanmış olan toplumsal hareketin ‘gaz bombaları’ ile etkisiz hale getirilebileceği durumuna işaret edebilir. Halk ve otorite birkez daha karşı karşıya gelebilir. Tüm bu gökyüzü etkilerini astrolog olarak eklemek istediğim en önemli konu ‘LÜTFEN SAĞDUYU SAHİBİ’ olalım. Zor dönemlerden geçiyoruz. Göklerin bilgeliğini ‘olumlu’ olarak kullanalım. Hepimiz saygı, sevgi ve toplumsal kuralları ihlal etmeden hareket etmeye çalışalım. İnancımız en büyük gücümüz olsun. Dua, meditasyon, enerji çalışmaları en önemli yol arkadaşlarımız olsun. Bireysel dönüşüm sağlanmadıkça kollektif değişim sağlamak imkansız. Neptün-Venüs arasında meydana gelen olumlu etkileşim sayesinde yaratıcılığın doruklarında dolaşabilir. İdealize ettiğimiz herşeyi evrene iletebiliriz.
Çünkü Venüs Akrep yerleşimi ‘ilişkilerde köklü değişim’ enerjisini açığa çıkarabilir. Neptün etkileşimi sayesinde Venüs ‘bırakma’ enerjimizi körüklüyor olacak. İlişkiler, ortaklıklar, verilen sözler tümden herşey büyük bir sınavdan geçecek. Zorlayıcı bir etkileşim söz konusu. Neptün(aşkınlık) Venüs(ilişkiler) sayesinde zorlayan enerjiyi ‘ilahi irade’ ye ulaşmak yolunda kullanabiliriz. Ülkemizin genel haritası üzerinde sanatçılarımızla ilgili güzel gelişmeler yaşanabilir. Olumlu yönde kullanabilecek bu kollektif etkiyi bireysel ve toplumsal hayrımıza kullanabiliriz. Neptün-Satürn-Venüs üçlüsü olumlu enerjileri ile kalıcı sanatsal çalışmaların ortaya çıkabileceğini gösteriyor.
Mistik bağlamda konuya eğilirsek büyük bir mabet, tapınak, cami yada benzeri bir şeylerin inşasına başlanabilir. Veyahut gizli kalmış böyle bir alanın önemi açığa çıkabilir. Pluton-Merkür arasında zorlayan enerjiler fikirsel iletişimin baskıcı bir şekilde bireysel ve toplumsal etkileşimde açığa çıkacağını gösteriyor. Fanatik eğilimli, dogmatik düşünceler zararlı, baskıcı tutumlar sergileyebilir. Hepimiz en güzele emanet olalım, hayırlardan hayrın kolaylıkla gelmesini temenni ederim…

Güçlü Metin DÖKÜMBİLEK

The post 11 Eylül 2013 Astrolojik Bakış appeared first on Okyanusum.com.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...